Şeriatın kestiği parmak acımaz

Aziz Şah – Girdiğim dükkânda orta yaşı devirmiş bir Kıbrıslı sırasını beklerken telefonda konuşuyor.

Konu: Akan Kürşat’ın İtalya’da tutuklanması…

-Biz da geçerken güneye tutuklanacayık acaba, diyor…

Karşısındakine kendi soruyor, kendi cevap veriyor.

-Onlar “eşdeğer” mi bilir? Uluslararası hukukta “eşdeğer” mi var, sen uydurdun “eşdeğer”i, diyor…

-Onlar bakar senin tuttuğun Rum malıdır, bitti. “Eşdeğer”miş değilmiş, Rum nerden bilecek, eşdeğerle aldığın mal da Rumun malıdır”…

-Yetmedi bir de İTEM icat ettin, Türkiye’den gelenlere tapu verdin sattılar savdılar; neyine yetmezdi “tasarruf belgesi”?

Bu kadar basit aslında mesele. Düz vatandaşın düz mantığıyla anlaşılıyor…

Meseleyi karmaşık hale getiren Türkiye’nin toprak yağmalayarak ve illegal yerleşimci nüfus iskân ederek işlediği savaş suçlarıdır.

Cenevre Sözleşmesi’nde yasaklanan toprağın statüsünü kalıcı bir biçimde değiştirerek ve demografiyi dönüştürerek Türkiye’nin işlediği savaş suçlarını BM müzakerelerinde yasallaştırma çabasıdır “mülkiyet” ve “nüfus” sorununu yaratan.

1974’e kadar mülkiyet ve nüfus sorunu yoktu. 1963’ten 1974’e kadar “Kıbrıs sorunu” diye tanımlayabileceğimiz devletin örgütlenmesi ve anayasa meselesiydi.

1963’te Makarios 13 maddelik anayasa değişiklik önerisini sundu, 1964’te Kıbrıslı Türkler devlet organlarını terk etti, 1968’de Beyrut’ta başlayan müzakerelerde ise Denktaş 1963’te reddettiği 13 maddelik anayasa değişikliğini kabul etti.

Bugün neden en önemli sorunlar nüfus ve mülkiyettir?

Türkiye savaş suçu işleyerek 200.000 Kıbrıslıyı evlerinden kovarak etnik temizlik yaptı. Kovduğu Kıbrıslıların yerine Türkiyeli yerleşimcileri yerleştirdi. Kovduğu insanların mallarını da çalarak Türkiyeli yerleşimcilere verdi. Onlar da bu malları sattı!

Sonra da Birleşmiş Milletler Türkiye’nin işlediği bu savaş suçlarına isim koydu: Nüfus ve mülkiyet sorunu.

BM’den sonra en büyük suçlu Kıbrıs Cumhuriyeti liderliğidir. İşgalcinin dayattığı oldu-bittileri “doğal bir durum” gibi müzakere etti.

Türkiye’nin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde savaş suçundan yargılanması gereken maddelerdir toprak hırsızlığı ve taşıma nüfus. Bunun için delile ispata da ihtiyaç yoktur: BM “çözüm planları”na yazdılar Cenevre Konvansiyonu’nda yasaklanmış olan aktarılan nüfusun “federal cumhuriyet vatandaşı” olacağını!

ABD emperyalizmi “Oslo anlaşması”nda Filistinlilere yaptı aynısını: İsrail’in işlediği savaş suçları ve ırk ayrımcılığı meşrulaştırıldı.

BM ise Annan Planı ve Crans Montana’da dayattı Kıbrıslılara Türkiye’nin işlediği savaş suçlarının, inşaatlarla işgal altındaki toprakların yasal statüsünün değiştirilmesi ve nüfus aktarımının yasallaştırılmasını.

Uluslararası hukukta insanlığa karşı işlenmiş suçlar olarak tanımlanan savaş suçlarını yasallaştırmaya “barış planı” deniyor Kıbrıs’ta! 

Girdiğim dükkânda “Uluslararası hukukta eşdeğer mi var, sen uydurdun eşdeğeri” diyor adam, “eşdeğerle aldığın mal da Rumun malıdır” diyor…

Düz vatandaşın anladığını “okumuşlar” mı anlamadı? 

Bir hikâye dinledim. Fıkra mıdır, gerçek midir çözemedim…

2000 yılı olmalı, Klerides Cumhurbaşkanı… Denktaş ile müzakere ediyorlar. 2000’de Klerides Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüş teklifi yapmıştı; üniter Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasa değişikliği ile federalleştirilmesini önermişti. Denktaş’a fırsat bile vermeden, Mehmet Ali Talat ve Mustafa Akıncı reddetti bu teklifi…

Neyse, Denktaş ile görüşme sırasında Klerides,

-1974’ten beridir tuttuğunuz malları sahiplerine iade edin, demiş…

Denktaş “olmaz” deyince, Klerides, “Sadece senin (Denktaş’ın) ve Eroğlu’nun tuttuğu malları verseniz yeter” demiş…

Denktaş da, “E, hepsini istedin zaten” demiş Klerides’e…

Bu diyalog Kıbrıslıların uydurduğu bir “müzakere fıkrası” mıdır, yoksa gerçek midir bilmem…

Ama Kıbrıs’ta Türk işgalinden önce “mülkiyet sorunu” diye bir sorun yoktu. Mülkiyet sorunu olarak tanımlanan Türkiye’nin yargılanması gereken savaş suçlarının toplamıdır.

Arazilerin inşaat yapılarak statüsünün değiştirilmesi 1974’te başlamadı. 2005’te Taşınmaz Mal Komisyonu’nun kurulmasıyla başladı.

Kıbrıs Cumhuriyeti Ceza Yasası’na 2006’da “Rum mallarını istismar edene 7 yıl hapislik” eklemesi tam zamanında yapıldı. Yasa yapıcılar uygulamaya cesaret edemediler. Çünkü Kıbrıslılar devlet yönetmeye korkuyor.

Ortodoks Rumlar bilmez, “Şeriatın kestiği parmak acımaz”…

AİHM Taşınmaz Mal Komisyonu’nu tanıyarak toprak gaspının önünü açtı. AİHM yoksa ulusal mahkemeler var, demokraside çareler tükenmez!

(12 Ocak 2024 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author