Aziz Şah – 24/4/2024
Bugün köşemi iki kadının çığlıklarına bırakıyorum…
Ahmet Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet’in hikâyesinde geride iki kadın ve çocukları kaldı.
Çocukluğu İsmet Hanım’la geçen sevgili arkadaşım, gazeteci-yazar Gözde Bedeloğlu şöyle anlatır onu:
“Ben, acıdan katılaşan bir yüzü ilk İsmet teyzemde gördüm. Kahkahası bağırmak, gülmesi acımak gibiydi. Beni severdi. Söylemezdi, ama ben yine de bilirdim. Eğer yapabilseydi, dünyanın bütün çocuklarının masumiyetini korumak için hepimizi sarıp sarmalardı. Ne zaman derin bir ah çekse; ne zaman eniştemin fotoğrafını severken gözleri bulutlansa, dönüştüğü bu acı dolu kadın kim diye merakla izlerdim onu”…
İsmet Hanım, cenazeler Evkaf’ın önünden geçirilirken Atatürk büstünün önünde haykırır:
-“Atam! Atam! Onlar senin için öldüler. Senin Türkiye’ye getirdiğin özgürlüğü Kıbrıslı Türklere getirmek için öldüler”…
***
Ayhan Hikmet, Özker Yaşın’ın çok yakınıydı. “Nevzat ve Ben”i okuyanlar anlamıştır ne yazacağımı… Sabiha Hanım’ın çığlıklarını bir kez daha duymaya cesaretiniz varsa, devam edin bu yazıyı okumaya.
Yaşınlar ve Hikmetler 1960 yılında yılbaşlarını birlikte kutlama geleneği başlatırlar Hikmet’in Karababa Sokağı’ndaki evinde…
Her yılbaşında Ayhan bir köylüden hindi alır, meyveler de Peristerona’dan Jale Hanım’ın babasının bahçelerinden gelir…
Her yılbaşı Sabiha Hanım bulgur köftesi ve hellimli saç böreği yapar…
Birlikte geçirdikleri son yılbaşı 1962’dir.
1963 yılbaşına Jale Hanım’ın Peristerona’daki evinde girer Yaşınlar, Ayhan Hikmet’in dul eşi Sabiha ve çocuklarıyla…
Özker Yaşın şöyle yazar:
-“Sabiha iki çocuğunu alarak bize geldi. Zavallı kadın Ayhan’ın öldürülmesinden önce birlikte kutladığımız yılbaşı gecelerinde olduğu gibi yine bulgur köftesi ve saçta hellim böreği yapmış…
Ben, Jale ve Sabiha her ne kadar normal görünmek istemiş olsak da sanki Ayhan Hikmet’in ruhu mezarından çıkıp aramıza gelmişti. Sanki masadaki sandalyelerden birinde Ayhan oturuyordu…
…Sabiha ile sohbet ediyorduk… Birden pek beklemediğimiz bir şey oldu. Sabiha hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
Şaşırmıştık. Bir süre ses çıkarmadan bekledik.
Nihayet Sabiha kısık bir sesle:
-Benim talihsizliğim yalnız Ayhan’ın öldürülmesi ile noktalanmadı. Hatta diyeceğim ki kocam öldü ve kurtuldu. Ben hayatta kaldım ve şimdi bana yapılanları anlatmaktan utanıyorum. Nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum. Keşke o cinayet gecesi yatağımızda uyurken Ayhan’a sıktıkları kurşunlardan biri de benim başıma saplansaydı da kocamla birlikte ölseydik. İnanın ki daha sonra bana yapılanlar, beni hayattan öylesine tiksindirip yaşamaktan öylesine bezdirdi ki zaman zaman kendimi öldürmeyi düşünmeye başladım. Onların o cinayet gecesinde yapmadıklarını kendim yapayım diyorum. Ancak ben ölünce bu iki masum çocuk, bu günahsız yavrucuklar ne olacaklar? Anasız babasız nasıl büyüyecekler? Beni intihar etmekten caydıran çocuklarımın varlığı oluyor hep. Babasız bırakıldılar. Kendimi öldürürsem anasız da kalacaklar. Onları hayatta tamamen yalnız bırakmaya, geleceklerini iyice karartmaya hakkım olup olmadığını düşünüp duruyor ve bir karar veremiyorum. Bana yapılmakta olan bu işkenceye daha ne kadar dayanabileceğimi kestiremiyorum”…
Özker Yaşın devam eder:
“Ayhan’ı yatağında vurup öldürenler, Kurtbaba Sokağı’ndaki bu eve her nereden girip o iğrenç cinayeti işlemişlerse, şimdi de aynı yoldan eve giriyor, başına bir tabanca dayayıp zorla kendisine tecavüz ediyorlarmış…
Üç kişiymişler. Her gece birisi eve girip tecavüz ediyormuş… Sonunda bir gece üçü birden gelip arka arkaya tecavüz etmişler…
Olaydan Lefkoşa’da polislik yapan ikinci ağabeyi Kemal’i haberdar etmiş. Ağabeyinin çabası sonucu gidip birlikte Rauf Denktaş’la konuşmuşlar. Sabiha başına gelenleri Denktaş’a anlatmış”…
Özker Yaşın soruyor Sabiha Hanım’a:
-“Anlattıklarını dinledikten sonra ne dedi?
-Hiçbir şey demedi. Önündeki bir kağıda notlar aldı. Bir an yüzündeki umursamazlığı görüp dayanamadım… Bağırmak geldi içimden… Ağabeyim engel oldu”…
Özker Yaşın devam eder:
“Sabiha yine kendini tutamayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı. Ağladığını duyan çocukları da yanımıza gelmişler endişeyle analarına bakıyorlardı”…
(24 Nisan 2024 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)