Olmak ya da olmamak

İsmail Işılsoy – Römorkuna doluşmuş Afgan toprak işçileriyle çukurlara bata çıka geçiyor AB hibesi traktör.

          Düşmemek için birbirlerinin ellerine kollarına yapışmışlar.

          Bir sağa yatıyorlar kucak kucağa, bir sola.

          Hep birlikte kesiliyor ayakları yerden derin çukurlarda.         

          Boz renkli kesif bir toz bulutu kovalıyor arkalarından.

          Hayata dangalabiştanın alçakta kalan ucundan bakıyorlar.

           ***

          Göz alabildiğine uzanan tarlalarda çoktan çürümeye başladı çilek.

          Elde kalmış her kasa, dalında kuruyan her meyve için salgın suçlanacak.

          Ürünü kurtarma adına sonsuz sayıda öneri gelecek her boktan anlayanlardan.

          Yevmiyeleri kırpılan göçmen işçilerin yarı aç yattıkları bilinmese de olur be refik.

          ***

          Sınır tanımayan kuşlar gibi, bin bir tür böcekler gibi özgürdür tohum.

          Rüzgârın sırtına biner tanecik, bazen de bir kuşun gagasından düşüverir.

          Düştüğü toprak parçası onun yurdudur artık, ilk yağmur damlasıyla çatlar, kök salmaya soyunur.

          Ondan önce dallanıp budaklanmış olan bilir toprağın herkese yetecek kadar geniş olduğunu, aynı uçurumun kenarına tutunur, aynı dağın gölgesini paylaşırlar.

          ***

          İnsan ise sınırlandırılmıştır.

          Sınırlandırılmış ve sınıflandırılmıştır.

          ***

          “Dangalabişta” diyor Brecht:

          “İyice görüyorum artık düzeni.

          Orada, bir avuç insan oturuyor yukarıda,

          aşağıda da bir çok kişi.

          Ve bağırıyor yukardakiler aşağıya:

          ‘çıkın buraya gelin ki,

          hepimiz olalım yukarıda.’

          Ama iyice gözlediğinde görüyorsun,

          neyin saklı olduğunu

          yukardakilerle, aşağıdakiler arasında.

          Bir yol gibi gözüküyor ilk bakışta

          yol değil ama

          bir tahta bu.

          Ve şimdi görüyorsun açıkça;

          bu bir dangalabişta tahtası.

          bütün düzen bir dangalabişta aslında.

          İki ucu birbirine bağımlı

          yukarıdakiler durabiliyorlar orada,

          sırf ötekiler durduğundan aşağıda.

          Ve ancak;

          aşağıdakiler, aşağıda oturduğu sürece

          kalabilirler orada.

          Yukarıda olamazlar çünkü

          ötekiler yerlerini bırakıp çıksalar yukarı.

          Bu yüzden isterler ki;

          aşağıdakiler sonsuza dek

          hep orada kalsınlar

          çıkmasınlar yukarı.

          Bir de, aşağıda daha çok insan olmalı yukardakilerden.

          Yoksa durmaz dangalabişta.

          Dangalabişta.

          Evet, bütün düzen bir dangalabişta.”

          ***

          Özel mülkiyetin ilk kazığı çakıldığında parçalanmıştır insanlık.

          Korkunç bir kasırgaya yakalanıp doğduğun yerden uzaklara savrulduğunda sınır tellerine takılırsın.

          Dikenli telleri geçtiğinde -geçebilirsen- bastığın toprak, kökleneceğin değil ezilerek köleleştirileceğin yerdir.

          Savrulduğun topraktaki sınıf kardeşlerine -yabancı- bir virüs gibi gösterirler seni.

          Çocuklarınla birlikte kapatılırsın göçmen karantina kampına.

          Kampın paslı çeşmelerinden damla su akmaz.

          Ölen ölür, kalan sağlar sermayenindir!

          ***

          Tabiattaki virüsler de -tohumlar gibi- özgürdürler.

          Ciğerlerinde çoğalacakları insanların sınırlarını yıkıp geçerler.                                                             

          ***

          Paranın padişahlığı uçan kuşun gagasındaki tohuma bile kudurmuşçasına el koyuyor.

          İstedikleri kimyasallarla, seçtikleri coğrafyada, kendi çıkarları için çimlendiriyorlar tohumları.

          Traktör römorkunda ayakta durmaya çabalayan göçmen toprak işçileri de, fabrikalar ve atölyelerde çalışan emekçiler de tufeylinin kâr virüsünün kurbanı olmaya devam ediyorlar.

          Kâr hırsının virüsü fabrikaların ve atölyelerin kapısından girip bacasından çıkıyor.

          Yoksul emekçi mahallelerinde yetersiz beslenen sarı suratlı çocuklara çektiriyor bayrağını.

          Ciğerleri parçalanarak soluksuz kalan kocamış ustalar apar topar toprağa veriliyor.

          Paranın padişahlığı toplu mezarlar kazdırıyor işçilere, ölü işçiler için.

          Rezidansların yüksek duvarları ardına siniyor patronlar -Ortaçağ senyörleri gibi- kendi özel mülkiyetlerinin dışında at koşturan virüsü seyrediyorlar.

          ***

          Bizim ise tezgâh başından kalkmamız yasak!

          Hiç ara vermeden dönüyor tornanın çarkı, daha da hızlanarak kayıyor önümüzdeki bant.

          Caka makinasının gürültüsünden işitilmiyor pilli radyonun haberindeki ölü sayısı.

          Virüslü parmağını sallayıp duruyor vardiyanın formeni.

          Öksürüp tıksırarak sövüyor maskesinin ardından.

          Şahmerdandaki yoldaşın gözü şalterde!

          Son saatleridir gece şiftinin.

          ***

          Paranın padişahlığı kendi yarattığı kendi mezarının kazıcılarına mezarlar kazdırıyor hastalıktan ve açlıktan ölmekte olan kardeşlerimiz için.

          Zangoç bile bilmiyor çanların kimin için çalındığını.

          Şimdilik.

          ***       

          Dangalabişta: Tahterevalli

(11 Nisan 2020 tarihinde Afrika gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author