Oz Karahan – Geçtiğimiz günlerde New York’taki bazı reklam panolarına “Stop Erdogan” yazan görsellerin yayılması hem Türkiye’de hem Kıbrıs’ın işgal bölgesinde büyük ses getirdi.
Aslında New York’ta yaşananlardan sadece birkaç hafta önce Brüksel’de Kıbrıslılar Birliği ile yakınlığı olan uluslararası kuruluşların oluşturduğu “Stop Erdogan” adında bir inisiyatif kurulmuştu.
Avrupa Parlamentosu’ndaki bazı Kıbrıslı milletvekilleri ve bazı Rumca konuşan Kıbrıslı siyasi partilerin de destek verdiği bu inisiyatif Türkiye ve işgal bölgesinde çok ses getirmese de Kıbrıs’ın özgür bölgelerinde duyulmuştu.
New York’ta verilen “Stop Erdogan” reklamları ise Türkiye ve işgal bölgesinde olay oldu.
Bunun sebebi, Erdoğan’ın partisi AKP’nin bu pankarta cevap olarak dağı taşı donattığı “Love Erdogan” reklamlarıydı aslında.
Son birkaç gündür Kıbrıs’ın işgal bölgesinde bu reklamlar ve bu reklamlara karşı verilen tepkileri analiz ettikçe durumumuzun ne kadar vahim olduğunu daha da iyi farkediyorum.
Ancak bu vahimliğin sebebinin, bazı “muhaliflerin” söylediği gibi “işgalin dozunun artmasına” bağlı olduğundan değil, o “muhaliflerin” akıl tutulmalarının hala devam edebiliyor olmasından kaynaklandığını düşünmekteyim.
“Love Erdogan” reklamlarına karşı verilen tepkilere işgal rejiminin yaptığı baskılardan sonra, bu tepkiyi verenlerin yaptığı açıklamalar ve tavırlarda hala yaşadıkları yerin bir “devlet” olduğu sanrısını görmek akıl alır gibi değil.
Çünkü Kıbrıs’ın Türkiye tarafından işgal edilmiş bölgelerinde bahsi geçen reklamları veren AKP örgütlerinin “yasal” olmadığını söyleyebilmeleri bu işgal rejimini bağımsız bir devlet olduğunu düşündüklerini açıkça göstermekte.
Bunun bir benzerini de yakın zamanda “işgal bölgesinde” yapılan “özgür basın” talepleri ile görmüştük aslında.
Bütün bu yaşananlar ve kafalar neyin ürünü diye soracak olursanız size vereceğim cevap bu cengaver muhaliflerin savunduğu “ne Rum’a yama, ne Türkiye’ye vilayet” safsatısı olduğudur.
Yarım asıra yakındır bir savaş suçu olarak buraya gönderilen Türkiyeli illegal yerleşik nüfus sebebiyle Kıbrıs masasında bile artık siyasi temsiliyeti olmayan Türkçe konuşan Kıbrıslıları böyle bir zırva ile kandırarak, dünyadaki siyasal varlıklarının tek dayanağı “Kıbrıs Cumhuriyeti”ne dönme fikrini “Rum’a yama olmak” gibi lanse eden bu “muhalif” grupların akıl tutulması ve kimlik bunalımları sebebiyle yok olmaktayız.
Geçtiğimiz günlerde yaşananlarla ilgili şunu belirtmek isterim ki, maruz kaldığımız kansız soykırımın ortasında fikirlerimiz ayrı olsa da, baskı ile karşılaşan tüm insanlarımızın yanında yer almam için sadece Kıbrıslı olmaları benim adıma yeterli bir gerekçedir.
Ancak bir yandan “isyanımız işgale” derken ya da kuzeydeki yapının bir alt yönetim olduğunu söylerken, diğer taraftan bu işgal rejimini “devlet” olarak tanımlayıp “yasalarından” söz ederek bir mücadele verilemez.
Çünkü takma adı KKTC olan bu rejiminin yasaları altında kurulmuş ne kadar siyasi parti ya da derneğiniz olursa olsun, işgal bölgesinde işgalcinin “yasal” olarak kurulmamış örgütleri sizden her zaman daha “yasal” olacaktır.
Sizin “yasal” siyasi parti ve dernekleriniz ise işgalcinin dünyaya sergilediği “demokrasi şölenleri” ve “bağımsız KKTC” propagandaları için sadece bir araç olmaya devam edecektir.
Bu muhalif gruplardaki Kıbrıslılara, gerçekleri idrak edebilmeleri için bu son iki cümlemi “işgal” ve “yasal” kelimelerinin üzerine basa basa tekerleme gibi birkaç defa tekrarlamalarını tavsiye etmek isterim.
(13 Mart 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)