Aziz Şah – Çatalköy’de 20 Temmuz Caddesi’nde öldürülen Halil Falyalı’nın katlini anlamlandırmak gerekiyor.
Önce ‘yerli-Kıbrıslı mafya’, ‘mafya ise de benim mafyamdır’; sonra tabutun üstüne serilen TC ve KKTC bayrakları üzerinde dar alanda kısa paslaşmalara döndü 1974 sonrasının ikinci en önemli cinayeti.
Çok boyutlu, başlıklara ayırarak konuşulması gereken bir mesele var karşımızda.
Gördüğüm kadarıyla Kıbrıslıların çoğunluğu bayrakların doğru yere serildiği konusunda hemfikir. Halil Falyalı TC’nin işgal rejiminin ve Denktaş’ın kurduğu düzenin çocuğuydu. Bayraklar tam da olması gereken yerdeydi.
Kıbrıs’ın kuzeyindeki işgal bölgesinde TC Sömürge Valisi olan ‘Büyükelçiler’ Türkiyeli yerleşimci nüfusun kaldığı köyleri teftiş eder ve onlara Türkiye’nin politikalarını dikte ederken masanın üzerine Türkiye Cumhuriyeti ve KKTC bayraklarını sererler, üzerine çay bardağını koyarlar, çay bardağının altındaki ıslaklık bayrağa geçer.
Siyasi partiler köyleri gezerken masanın üzerine bayrakları serer, üzerinde lahmacun yer, meyve suyu içer, Coca Cola tenekesinin altındaki ıslaklık bayrağa geçer.
Sömürgeci rejimin milliyetçi hamaseti kendi altını ıslatırken bayrağın da üstünü ıslatır!
Bir günde gelinmedi bu noktaya…
‘‘Mitinglerinizde neden bayrak yok lan?’’ diye saldırdı önce Türkiye buradaki siyasilere. Mitinglere geldi önce bayrak. Sonra da Kıbrıslı halk, Türkiyeli yerleşimci nüfusun içinde azınlığa düştükçe bayrak sayısı arttı. Bayrakla ispat edecekler kendilerini sömürgeci yerleşimci nüfusa ve Sömürge Valiliği olan ‘Büyükelçiliğe’.
6-7 Eylül 1955’te İstanbul’da linç edilmemek için evlerine Türk bayrağı asan ama gene de kurtulamayan Rumlara benziyor Kıbrıslı Türkler…
Orgeneral Hayri Kıvrıkoğlu’nun zamanında Ferdi Sabit Soyer’e “Türklüğünü ispat et” dediği gibi; bitmeyen bir Türklüğü ispat çabasıdır, imkânsız, nafile, boş bir çabadır bu, ama bizim akıl gomayan Kıbrıslı ısrarla sürdürür. Kıbrıslı olmak yerine Türklüğünü ispata çalışır…
İstediği kadar Türkçü nara atsın ve bayrak assın Kıbrıslılar, sömürgecinin gözünde Linobambakidir-melezdir-Evrodo’dur. Evrodolar (ne idüğü belirsizler) hiçbir zaman ırkçı sömürgeci efendiye Türklüğünü ispat edemezler.
Siyasiler ceplerinde bayrak taşır. Bir kahveye oturup halkla sohbet edeceklerinde, ilk iş o bayrağı masaya sererler. Kendine ‘solcu’ diyen partiler 23 Nisan tören alanına çevirir parti merkezlerini. Çünkü bayrak koruma kalkanıdır!
6-7 Eylül 1955’ten örnek verdik; Türkiye işçi sınıfından da örnek verelim. Bir grev başladığı zaman yapılan ilk işlerden biridir Türk bayrağı asmak grev çadırına. Grevci işçiler yürürken mutlaka en az bir Türk bayrağı taşırlar. Bayrağın kendilerini polis ve jandarmadan koruyacağını düşünürler. Sonra bir bakarsınız, bir polis şefi “Çevik süpür!” diye bir talimat vermiş. Ellerinde bayrak olan işçiler yerlerde sürükleniyor, bayrak yere düşmüş üstüne basıyorlar. Ne zaman ki polis Türk bayrağı ile yürüyen işçileri ezer, bayrağın kendilerini korumadığını anlarlar. Böyle böyle bilinçlenirler…
6-7 Eylül 1955’te İstanbul’da Rumlar evlerine, grevlerde işçiler grev çadırına neden bayrak asıyorsa Kıbrıslılar da o yüzden bayrak asıyor her yere. TC sömürgeciliğinden korunmak için…
Bayrak nasıl ki bir ruh hastalığının belirtisi olarak, bu ‘‘azınlık olma’’ durumunda bir koruma kalkanına dönüştüyse; Halil Falyalı’dan ‘yerli ve Kıbrıslı mafya’ çıkarma çabası da aynı ‘‘azınlık olma’’ durumunun çaresizliğindendir.
Devletin yok, kurumların yok edilmiş, kimsesizsin! Karşında koca bir sömürgeci güç. İşgal rejiminin gerçeğini inkâr ediyorsun, hayali kahramanlar ve ‘‘son kale’’ler icat ediyorsun; yoksa bayrak asıyorsun.
Bayrak pislik örtmek ve korunmak için kullanılıyor toplumumuzda. Ne pisliği örtüyor, ne de koruyor!
(16 Şubat 2022 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)