Kutlu Adalı’yı öldüren UZİ’nin şeceresi (19) ZALİMİ KEŞFEDEN MAZLUMDUR

Aziz Şah – Kıbrıs’la ilgili her konu gibi Halil Falyalı cinayeti de Türkiye’de sömürgeci aklın kıskacına sıkıştı.

Sömürgecinin egzotik bir meyveye olan, yerleşimci sömürgecinin ‘yerli’ye olan, işgalci erkeğin kadına olan bakışına benziyor Kıbrıs’a bakışları.

Bilinçli bir cahillikle yerliyi tepeden küçümserler. Çünkü ‘eşit’ olarak görmezler. ‘Yavruvatan’ söylemi, ‘Arka Bahçe’ ve son icat ettikleri ‘Anavatanın Sicilyası’ bu bakışın ta kendisidir.

“Özgürlük-eşitlik-kardeşlik” ilkesi bütündür. “Kardeşlik”i ayıramazsınız! Önce eşit olunur, sonra kardeş. Birlikte özgür olunur. Başka bir halkı ezen bir ulus da ezdiği için özgür olamaz. Eşitlik retorikten ibaretse o kardeşlik sömürgecinin ezen ulus milliyetçiliğinin sopasından başka bir şey değildir. ‘‘Yavruvatan’’ söylemi de o sopanın adıdır!

Her ‘‘KKTC vatandaşı’’ kara paracı-sanal betçi-tetikçi bulduğunda Türkiye basını ‘Kıbrıs bağlantısı’ diyor buna! Her KKTC vatandaşının Kıbrıslı olmadığını anlamak istemiyorlar.

KKTC Kıbrıs değildir! KKTC Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyinde işgal ettiği toprak parçasına verdiği isimdir. İşgalin perdesidir!

Türkiye’de insan hakları mücadelesi dendi mi akla ilk gelen sembol isimlerden olan İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal’ın öldürülmesi emrini vermekten 19 yıl hapse çarptırılan TİT’çi Semih Tufan Gülaltay, Denktaş tarafından bir günde “KKTC vatandaşı” yapılmıştı. Ama Kıbrıslı olmadı…

Özel Harekât Dairesi Başkanlığı’na Kutlu Adalı’yı öldüren UZİ’yi hibe eden Hospro Şirketi’nin sahibi Ertaç Tinar da Denktaş tarafından KKTC vatandaşı yapıldı. Ama Kıbrıslı olmadı…

Osmanen Germania paramiliter yapısının liderlerinden Taner Ay’ın babası Çetin Ay da KKTC vatandaşıdır. Ama Kıbrıslı değil…

Kıbrıslı Halil Falyalı cinayetinde adı gündeme getirilen Yaşam Ayavefe de önce KKTC vatandaşı yapıldı, sonra bir talimatla vatandaşlıktan atıldı. Kıbrıs’ta bir serveti var. Ama Kıbrıslı olamayacak! Veysel Şahin’in de bir serveti var Kıbrıs’ta, vatandaş mı değil mi bilmiyorum; bu ‘bağlantılar’ Kıbrıs bağlantısı değil; TÜRKİYE BAĞLANTISI’dır!

Bu adamların KKTC vatandaşı olması ‘Kıbrıs bağlantısı’nın değil; TC’nin Kıbrıs’ın kuzeyindeki işgal rejimini nasıl ‘suç sömürgesi’ olarak kullandığının delilidir sadece!

İlla ‘ana’ olacaklar, oysa bir ‘ana’ varsa sömürgeci hiyerarşide ‘sömürgeci anakara’dır o ‘ana’; anavatan değil! Bizim anavatanımız Kıbrıs’tır. Bunu anlamamaktaki ısrarları, tam da bu bakış açısıdır. Bu bilinçli bir politikadır.

Bu politika, sömürgecinin yerliyi ülkesizleştirme, coğrafyasızlaştırma, tarihsizleştirme ve kimliksizleştirme politikasıdır. Bağımlılık politikasıdır bu. Ayaksızlaşma, omurgasızlaşma, dilsizleşme ve sürüngenleşme demektir.

Sömürge meselesi “ülke gerçeği” meselesidir. Bizim ana sorunumuz ‘ülke’ algısı sorunudur. Israrla bunu yazıp durmamın sebebi bu.

Bu durumda Kıbrıslıların suçu çoook! Korkularından gerçekleri inkâr ederler, yarım ağız dile getirdiklerini bile anlatırken ‘Türkiye düşmanı olarak görülme’ korkusu sızar paçalarından, yazarken kendilerini sansürlerler, hele TC basınına konuşurken ‘Aman beni yanlış anlamasınlar’ diye çifte zırh kuşanırlar. Sömürgeci ne kadar tepeden bakarsa, sömürgeleştirilen de o kadar aşağıdan bakar. On yıllardır iliklerine işlemiş hiçleştirme politikasının sonucunda ‘sinek’, ‘hiç’, ‘hap’, ‘piç’, ‘besleme’ olduğuna ikna olmuştur!

Hiçleştirme sömürgecinin silahıdır. “Türkiyesiz bir hiçsiniz” dediler önce, “sinek” ve “hap” dediler sonra. Mali esaret altında borç sömürgesi rejimine ‘besleme’ gömleği giydirildi. Deli gömleği üstüne deli gömleği… “Yavruvatan” diyerek de bu ilişkiyi “ensest”leştirdiler.

Yalnızca Türkiye’deki sömürgeci akılla değil; burada bilinci yaralı, parçalanmış, sömürgeleşmiş, yabancılara yaranacak diye kendine yabancı olmuş münferit Kıbrıslılarla da mücadele ediyoruz.

“Almanya hiçbir şey ifade etmez ama münferit her Alman çok şey ifade eder” demişti Goethe.

“Kıbrıs hiçbir şey ifade etmez ama münferit her Kıbrıslı çok şey ifade eder” diyorum o zaman…

Yabancı ülkelerin milli günlerini kutlayacak diye kendi hafızasını sildi münferit Kıbrıslı…

Yabancı ordulara yer açacak diye kendi evini yıktı münferit Kıbrıslı…

Yabancı devlet büyüklerine yaranacak diye aynada kendi kendine hakaret etti.

Hem kendi içimizde yabancılaşanlara, hem de bize “yavru” demekten zevk alan Türk şovenizmine ayrı bir ülke olduğumuzu söylemekten, “Ülkedir be burası ülke, ne sizin yavru vatanınız ne arka bahçeniz, ülke!” demekten vazgeçmeyeceğiz.

Çünkü “ülke gerçeği”ni kavramadan mücadele edemezsiniz, “ülke gerçeği”ni yitirenler de teslim olurlar. Fazıl Önder’den Kutlu Adalı’ya kadar öldürülen tüm aydınlarımız ÜLKE GERÇEĞİ’ni savundular.

Kıbrıslıların ‘ülke gerçeği’ni KKTC ve ‘anavatan-yavruvatan’ söylemi ile parçalayanlar eşitlik ilkesini ortadan kaldırır.

TC Devleti Kıbrıslıları “Ne idüğü belirsiz” Evrodo, Linobambaki, dönme, Türkümsü olarak görür. Devletin ortadan kaldırdığı ‘eşitlik ilkesi’ni sömürgeci aydınlar da kullandığı dil ile paspasa çevirir! 

‘Eşitlik ilkesi’ni ortadan kaldıran kurumsal ırkçılıktır. En çıplak haliyle GKK Kuruluş Yasası’nda çıkar bu karşımıza.

GKK kuruluş yasasının 4. Maddesine göre, “Güvenlik Kuvvetleri Komutanı ve kilit personeli Türk asıllı yurttaşlardan seçilerek atanır”…

Kıbrıslı Türkler de ‘Türk asıllı’ sayılmadıkları için sözde ‘kendi orduları’nda komutan olamazlar!

Siz kendinizi ne kadar Türk görürseniz görün, Ermeni, Rum, Alevi, Kürt ve diğer etnik-dinsel gruplar Türk Devleti’nin gözünde ne ise, Türkçe konuşan Kıbrıslılar da odur: “Ne idüğü belirsiz”dir!

Emekli Cenk Diler Albayımız şöyle diyor:

“Çift uyruklu Kıbrıslıtürk subaylardan henüz generalliğe terfi eden kardeşimiz olmadı”…

Çünkü Mesele “TC vatandaşı olmak” değil zaten, “Türk asıllı” olmak.

Sömürgeci rejimin kurumsal ırkçılığı aydınların dilinde yeniden ve yeniden üretilir.

Türkçü faşizmin babası Nihal Atsız’ın çizdiği “düşman profili”ne baktığınızda yıllardır Kıbrıslıların gördüğü muamelenin kaynağına ulaşırsınız:

1)Türkçü faşizmin düşmanlarının başını gayri-Müslim ve gayri-Türk azınlıklar çeker.

2) Türkçü faşizmin diğer bir düşmanı “Hain Türkümsüler”dir.

Yani, tek ana dili Türkçe olan, Türk gibi “görünen”, ama kendini “öz” saysa da birkaç nesil önce “Türkleşen”lerdir bunlar. Hiçbir zaman yeterince Türk olamazlar…

3) Türkçü faşizmin diğer bir düşmanı “kozmopolit aydınlar”dır.

4) Türkçü faşizmin ANA DÜŞMANI “komünizm”dir.

5) Türkçü faşizmin diğer bir düşman tanımı “5. Kol”dur.

Hiçbir milli, dini ve ahlaki değeri olmadığını iddia ettikleri, “dış güçler”in “içimizdeki ajanlar”ıdır bunlar… Casusluk ve sabotaj gibi eylemleri tanımlamak için kullanılan “5. Kol Faaliyeti” kavramı zaman içinde suç icat etmek için araç oldu.

Özellikle 22 Ocak linçinden bu yana Türkçü faşizmin bu dili ana-akımlaştı. Bu sömürgeci hiçleştirme politikasının ta kendisidir.

İki uçtan örnek vereyim bu konuda: Türkiye’nin Kemalist ve İslamcı ‘sinir uçları’…

Mustafa Akıncı için Sözcü gazetesi “Mustafadis” ve Yenişafak “Anastasiadis’in yerine geçse kimse fark etmez” diye yazmıştı.

GKK Yasası’ndaki kurumsal ırkçılıkla Kıbrıslıların ‘kendi ordusu’nda General olması nasıl engelleniyorsa, aydınların, gazetecilerin ve siyasilerin ürettiği dille bu kurumsal ırkçılık kendini hayatın tüm alanlarında yeniden üretiyor.

Kutlu Adalı cinayeti ile ilgili Sedat Peker, Korkut Eken ve Mehmet Ağar’ı işaret ettiğinde, Türkiye’de insan hakları mücadelesi dendi mi akla ilk gelen isimlerden İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanı Eren Keskin şöyle demişti:

-“90’lar bizim hepimizin her gün tehditler aldığı, öldürülen arkadaşlarımızın otopsilerine girmek zorunda kaldığımız, birçok insanın gözaltında kaybedildiği, köylerin yakıldığı bir süreçti. O sürecin çok önemli ve bilinen aktörleri vardı. Bunu biz insan hakları savunucuları olarak hep dile getiriyorduk. Ama özellikle Susurluk’ta yaşanan kazanın ardından başlayan süreçte toplumun diğer kesimleri de bu konuyu tartışmaya başladılar. Coğrafyamızda yerleşik bir devlet yapısı var. Biz ‘derin devlet’ desek de aslında bu, gerçek bir yapı. Bu yapı, tarihsel bir gerçekliğe dayanıyor. Benim üzüldüğüm bugün bunların Sedat Peker nedeniyle tartışılması. O kadar insanın acısı var arkada ve ne yazık ki o yapının içinde suç işlemiş bir insanın itiraflarıyla bugün ortaya çıkıyor. Dönemin en önemli aktörlerinden biri Mehmet Ağar’dı. Ağar’ın bütün olaylarla ilişkisi bizim tarafımızdan biliniyordu. Örneğin Sedat Peker, bugün videolarında Kutlu Adalı cinayetinde Mehmet Ağar’ın ve Korkut Eken’in rollerini anlatıyor. Biz bunları yıllarca dile getirdik İlkay Adalı ile birlikte. Ama maalesef ki bu coğrafyada insan hakları savunucularını ciddiye almayan, yok sayan bir devlet yapısı var. Ne acıdır ki biz bugün aynı derin yapının içinde bir kavga çıkması nedeniyle bütün bunları duyuyoruz. Oysa biz insan hakları savunucuları olarak bunları yıllardır dile getirdik”…

Sedat Peker’in ifşaatlarıyla kontrgerilla kan değişimine başladığında, ısrarla “yavru çukur”, “yavru Susurluk”, “yavru Kurtlar Vadisi”, “yavru lağım”, “çete”, “mafya”, “görevini kötüye kullanan devlet görevlileri” diyorlardı.

Normal zamanda ‘et ve tırnak’ dedikleri ‘ana-yavru’ ilişkisi, mevzubahis kontrgerillanın suçlarını örtmek olduğunda ‘Yavru Susurluk’ oluyor.

Özel Harp Dairesi’ndeki sürekliliği örtmekten başka bir şey değil bu.

“Eski Türkiye”  ile “yeni”sinin sürekliliğidir bu. Yenisi eskisinden doğdu, biri diğerinin rahmidir. Birbirine zıt değil, birbirinin içinden çıkan ve devamı olan iki dönemdir.

Eski Türkiye’de kontrgerillanın ipliğini pazara çıkaran Savcı Doğan Öz’ü öldürdüler…

Yeni Türkiye’de Savcı Doğan Öz’ü öldüren İbrahim Çiftçi’yi MHP’nin MYK’sına seçtiler…

Eski Türkiye’de Maraş, Çorum, Sivas katliamları oldu; Yeni Türkiye’de Roboski, Diyarbakır meydan, Ankara gar ve Suruç katliamları oldu…

Eski Türkiye’de Kıbrıslı Cavit Orhan Tütengil, sendikacı Kemal Türkler, Ape Musa, Kürt Vedat Aydın, Atatürkçü Uğur Mumcu ve Kıbrıslı Kutlu Adalı öldürüldü…

Yeni Türkiye’de Ermeni sosyalisti Hrant Dink, Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, Uğur Kaymaz, Ali İsmail Korkmaz, Berkin Elvan öldürüldü…

Eski Türkiye’nin işgali altındaki Kıbrıs’ta Avrupa-Afrika gazetesinin matbaası bombalandı, Yeni Türkiye’nin işgali altındaki Kıbrıs’ta Avrupa-Afrika gazetesi taşlarla linç edildi…

Ne eski ne yeni var; ne yavru ne ana var; sadece kontrgerillanın sürekliliği var!

Halil Falyalı cinayetinden sonra da Eren Keskin attığı tweette şöyle dedi:

-‘‘Halil Falyalı cinayetine yargı ilgisi Kutlu Adalı suikastı için gösterilseydi, bugün daha temiz bir coğrafyada yaşıyor olurduk, Söylemez çetesi çok kullanışlı bir aparat, biraz hafıza gerekiyor’’…

İşin ironik tarafı, Ankara’nın kuklası KKTC Meclisi’nde kurulan Kutlu Adalı Cinayetini Araştırma Komitesi’nin ‘tam adı’ da meseleyi doğru tanımlıyordu:

‘‘Kutlu Adalı Cinayeti, Faili Meçhul Saldırı ve Bombalama Olayları ve ‘Susurluk Olayı’ diye adlandırılan olayların KKTC ile bağlantısı ile ilişkilerin ortaya çıkması hakkında Meclis Araştırma Komitesi’’…

Meselenin ‘Susurluk Olayı’ olduğunu; hatta bunları daha da geriye götürerek, 1990’ların başından itibaren Özel Harp Dairesi’nin Kıbrıs Türk Halk Hareketi isimli paravan para-militer teşkilatının patlattığı bombalara da işaret ediliyordu ‘Bombalama Olayları’ denerek; Kutlu Adalı Cinayetini Araştırma Komitesi’nin ‘tam adı’nda.

Kutlu Adalı Cinayeti Araştırma Komitesi 1990 Ekim’inde evine bomba konan Fadıl Çağda’nın da bilgisine başvurmuştu. Farkındaydılar meselenin derinliğinin, ancak derine kazamayacak kadar iradesizdiler…

Çünkü hem ‘sömürgeci anakara’ Türkiye’nin işgal rejiminde ‘anakara’nın suçlarını yargılayamazsınız, hem de “Eski” Türkiye’nin öldürdüğü Savcı Doğan Öz artık yoktu!

Savcı Doğan Öz kendisinin ve kendinden sonra öldürülecek olanların katilini bulduğu için öldürüldü.

Doğan Öz 1978’de öldürüldü ama 1996’da öldürülen Kutlu Adalı’nın katilini de buldu.

Şu ana-yavru takıntısından kurtulduğunuzda siz de bulacaksınız!

Sivas-Madımak katliamında katledilen Behçet Aysan’ın kızı Eren Aysan bu konuda söylenmesi gerekeni söyledi:

“Yıllar yıllar önceydi. Yine siyasi cinayetlerdi konumuz. Bir panelde konuşmacılardık. Muammer Aksoy ailesi adına oğlu Işık Aksoy, Musa Anter ailesi adına Dicle Anter, Turan Dursun ailesi adına Abit Dursun, Uğur Mumcu ailesi adına Beyhan Mumcu… Ben de babamla ilgili olarak konuşmacıyım. Yanıbaşıma İlkay Hanım oturdu. İlkay Adalı… Kutlu Adalı’nın eşi. Henüz eşinin ölümü yeniydi. Sesi titreyerek yaşadıklarını anlattı. Çok etkilenmiştim ondan. Sonra uzun uzun konuştuk. Kutlu Adalı’nın “Yaseminlerimi Geri Verin” kitabını hediye etti. Adada bu kitap, yasemin hareketinin başlangıcı olmuştu.

Şimdi aklımla kalbim arasında gidip gelirken, bunca yaşadıklarımız ortadayken, sığlaştık, tüketildik, azaldık. Önceki gün bir TV programında dört gazeteci, üç saat boyunca Uğur Mumcu’nun adını yalnızca bir kere geçirirken Doğan Öz’ü neden öldürdüklerini bir kere daha anladım mesela.

Bir savcı aranıyor, deniliyor. Oysa bu işlere bakacak savcı mezarda yatıyor!

Açık değil mi her şey?

Zalimi keşfeden mazlumdur”…

(20 Şubat 2022 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author