‘İkinci vatanı Ankara olan’lar anlamaz

Aziz Şah – ‘Paris oldu pezevengin köyü’ lafını duydunuz mu hiç?

Sömürge ülkelerde dünyanın en zor meziyetlerindendir akademinin içinden çıkan aydınların yerlileşmesi…

Hele ki yerli ve beynelmilel (enternasyonal) olmak en zorudur!

Sömürgeci metropollerde eğitim alıp, sömürge olan vatanınıza döndüğünüzde, kaçınılmaz bir çarpışma yaşanır: Batının ideolojik dünyası ile sömürge gerçeği çarpışır.

Bugün dünya çok küçüldü, illa yurtdışına gitmenize de gerek yok: Okuduğunuz kitaplar ve izlediğiniz filmlerle New York’ta, Londra’da, Ankara’da eğitim almış gibi yabancılaşabilirsiniz kolaylıkla. Hele mayanızda varsa…

Emperyalist ülkelerde ve sömürgecinizde (bizim vakamızda Türkiye ile Britanya) eğitim alırsınız ve oralardaki aydınları okursunuz. Onlardan öğrendiklerinizi ülkenize uyarlamaya çalışırsınız.

Ankara’nın cetveli ile Lefkoşa’yı ölçemezsiniz…

Londra’nın pergeli ile Lefkoşa’yı yürüyemezsiniz…

Türk aydınlarını okuyarak Kıbrıs hakkında ancak önyargı ve cehalet biriktirirsiniz. En kötüsü kendi toplumunuzu küçük görürsünüz…

Sonucunda –örneğin- Tufan Erhürman gibi halkın dilini kullanacağım diye, ağzınızda eğreti duran ‘fukaralaşma’ ve ‘fasülyanın yahnisi gitti geldi aynisi’ gibi laflarla ‘yerlileşebileceğinizi’ zannedersiniz…

Yerlileşmek öyle bir şey değildir. Bir yandan ağzınız yampiri bir şekilde İstanbul şivesine meyledecek, diğer yandan 70 bin TL maaş çekeceksiniz; ‘fukaralaşmak’tan bahsedince de yerli olacaksınız…

Bizim gibi koca bir Türkleştirme laboratuvarı olan bir rejimde yaşarken Türkiye’de bulunmanıza da hiç gerek yoktur asimile olmak için.

Türk nüfus mühendisliğinin bu laboratuvarında aydın ya da siyasetçi için ‘yerlileşmek’ zaten başlı başına tehdittir: Ya mizah karakterine dönüşürsünüz, ya da sömürgeciliğin yapısını tahlil eder ve ona göre mücadele etmeye çalışırsınız.

Ya komedi olursunuz ya trajedi!

Kendi ülkenizin sömürge şartlarını ve tarihini analiz dahi etmeden Ankara ve İstanbullu yazarlar ile Avrupa merkezci fikir dünyasını taşıdığınız zaman ‘köy’e, hemen fark edilirsiniz.

Kalavaç’a birkaç yabancı araba arka arkaya girdiğinde,

-Paris oldu pezevengin köyü, derler…

İşte sömürgeleşmiş bilinci ile köye gelen ‘aydın’, Cezayir’i Paris zanneder ama köyün gavesinde oturanlar tarafından hemen fark edilir…

Son zamanlarda ‘fukaralaşma’ gibi laflarla yerli olabileceklerini zanneden şarlatanlar türedi!

TC Merkez Bankası’na zincirle bağlıyız, buradaki bankaların denetiminden para politikasına kadar. Mevduatlarımız Ankara’nın kasasına akar. Bankalar üzerinden bir mali sömürge düzeni var.

TC bizi Dolar borçlandırıyor, mali esaret altındayız.

TC’den bize mallar Döviz üzerinden geliyor, sömürge vergisi ödüyoruz.

TC burada yol, havalimanı, külliye, cami gibi inşaat projeleri ile kendi şirketlerine servet aktarıp bize borç yazıyor.

İşgale, askeri rejime ve mali esarete lafları yok… ‘Fukaralaşma’ diyorlar!

Yerleşimci nüfusu ve işgali değil halkın ekmeğini konuşalım diyorlar. Ekmeğin fiyatını belirleyen bütün dinamikler Ankara’ya bağlı. Mali esareti ve üretime vurulan zinciri konuşamıyorlar. Bir laf öğrendiler: Halkımız fukaralaşıyor.

Yerlileşmek bu değildir. Bu şarlatanlıktır. ‘Fukara’, ‘fasulyenin yahnisi’, ‘yes be annem’ ve ‘barra’ deyince yerli olunmuyor…

70 bin lira maaş çekip ‘fukaralaşmak’tan bahsedince yerlileştiğini zanneden şarlatanlar dışında bir tür daha var: ‘‘Latin Amerika’da, ABD’de, Avrupa’da şöyle oldu-böyle oldu, bizde de olabilir’’ diyen ergenler…

‘Yerlileşmek’ sömürge rejiminin nasıl çalıştığını ahaliye göstererek olur. Dünyadan ilerici örnekler göstererek ya da sokak ağzı konuşarak yerli olamazsınız.

Kıbrıslı Türklere örnek gösterdiğiniz hangi Batılı ülkede nüfustan fazla asker ve polis var? Burası Cezayir’dir, Paris değil!

1974’e kadar Bayraktarlık-Elçilik-Yönetim (BEY) tarafından idare edilen, 1974’ten sonra TC’li iki General ile TC Elçisi’nden oluşan Üst Koordinasyon Kurulu tarafından yönetilen küçücük bir toplumdayız.

Paris’e çevirdiniz pezevengin köyünü!

(2 Ağustos 2022 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author