Aziz Şah – İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Alman vatandaşlarının 5’te 1’i mülteci konuma düşmüştü. Kıbrıs’taki trajedinin büyüklüğünü anlamak açısından bu kıyas önemlidir…
Nazizm bayrağı ile bütün dünyayı savaş sarmalına sokan Almanların yalnızca 5’te 1’i evsiz kaldı, mülteci oldu, yerinden yurdundan oldu:
1974 Temmuz-Ağustos savaşı ve ardından gelen kovmalar (etnik temizlik) ile Rum toplumunun 3’te 1’i mülteci konumuna düşürüldü. Kıbrıslı Türklerin ise sadece 1974 Temmuz-Ağustos döneminde ve ardından yapılan İngiliz-Türk anlaşmasıyla 4’te 1’i mülteci konumuna düştü.
Ne acıdır ki Kıbrıslıtürkler kendilerini ‘mülteci’ olarak tanımlamadılar hiçbir zaman. Bu durum, insan haklarından habersiz bilinçten ve Türk Liderliğinin taksimci siyasetinden ileri gelir… Varlık nedeni ‘YA TAKSİM YA ÖLÜM’ diyerek Kıbrıs’ı bölmek olan bir siyasi liderlik ve TC Özel Harp Dairesi ‘geri evine dönmek’ten bahseden mülteci bilincini düşman olarak görür. Çünkü taksimci ideoloji için Kıbrıs iki bölgedir ve geriye dönüş yoktur.
Bu sebepten Rum kadınları 1974’ten sonra üç kez ‘geriye dönüş yürüyüşü’ yaptığında, kendi topraklarına ve evine dönmek isteyen analar ve kızları ‘terörist’ muamelesi gördü olmayan ‘KTFD-KKTC hududu’nda!
Filistinliler gibi “hudut delme” eylemleri gerçekleştirdi Rum kadınlar 1975, 1987 ve 1989’da üç dalga halinde…
1989’da 18 Mart’ta Limya köyü civarında yürüyerek tampon bölgeyi geçen aralarında Titiana Loizidu’nun da bulunduğu kadınlar ve 19 Temmuz’da Yeşil Hat üzerinde aralarında Kityum başpapazı Hrisostomos ve Rahip Papakrisostomu’nun bulunduğu yüzlerce insan iki farklı eylemde tutuklandı.
1989 Mart’ındaki hudut delme eyleminde Rum kadınlar bir başarıya da imza attı. Eylemin sonucunda Mayıs ayında iki taraf arasında mevzilerin askersizleştirilmesi (dekonfrantasyon) anlaşması yapıldı.
1989 Temmuz’unda Türkiye Rum kadınların hudut delme eylemini çok sert bastırdı: 101 kadın ve 8 erkeğin yargılandığı hudut delme davası da tarihimize en kalabalık siyasi dava olarak geçti.
1989’da bu yürüyüş sırasında Şener Levent de oradaydı. 10 Ağustos Çarşamba günü yazdı:
‘‘89 yazında Lurucina’daki İstavroz tepesinde o kadının bana söylediklerini hiç unutmayacağım…
Tepeyi işgal etmişlerdi… Uzaktan bakınca Alfred Hitchcock’un kuşları gibi görünüyorlardı…
Tepede saldırıya uğradılar, dövüldüler… Kadın şok içinde bana döndü:
-Bunlar Türkiyeliler değil mi, diye sordu…
-Ne yazık Kıbrıslıtürkler, dedim… İnanamadı…’’
İşgal işbirlikçisi yerlilerin, ‘ama onlar da bize yaptı’ diyerek hınç-intikam sarmalı ve ganimetle nasıl yerleşimciye dönüştüğünün örneğidir bu. Hiçbir işgalci boynunda bir anahtarla esas ev sahibinin geri gelmesine tahammül edemez.
Türkiye kadınları yürütmeyince onların yerini 1993’ten 1996’ya kadar motorcular aldı. Tassos İsaak ve Solomos Solomou’nun öldürüldüğü süreç yaşandı… Derinya’da paramiliter Ülkü Ocakları ve polis çıktı sahneye, bir de perdenin arkasından ateş eden asker!
Türkiye Rum kadınlarının barış yürüyüşünü durdurarak İsrail’in yaptığını yaptı, ardından da AİHM davaları geldi. Filistin’de 1976’dan beridir her 30 Mart’ta mücadele seferberliği ilan edilir, Kıbrıs’ta ise 1975, 1987 ve 1989’da kadınların 3 dalga halinde yürüyüşleri gerçekleşti sadece…
Kıbrıslıtürklerde ‘göçmen’ terimi, mülteci kavramını da içererek çifte anlamda kullanılır. Belli bir kesim için şunu söyleyebiliriz: Toplumumuzda bir mülteci bilinci var. Birçok etnografik çalışmadan ve kendi gözlemlerimden söyleyebilirim ki, savaştan sonra apar topar yerleştirildiği Rum evine insanın GERİ DÖNÜŞ BEKLENTİSİ ile 40 sene boyunca çivi çakmaması mülteciliktendir. Geri dönüş talebi mültecilerde olur. İşgalciler ise geri dönmek isteyenlerden korkar; 1975, 1987 ve 1989’da Rum kadınlardan korktukları gibi…
Mültecilerin dönecek bir gerçeği vardır, işgalcilerin ise gasp ettiği ‘gerçek’ esarettir.
İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların 5’te 1’i, 1974’te ise Kıbrıslıların yarısından fazlası mülteci oldu. ‘1974 zaferi’ budur, Bay Ayşe!
(16 Ağustos 2022 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)