Kıbrıs’ın işgal bölgesinde Bay Kemal’in kazandığı sandıklar ne söylüyor?

Aziz Şah – 14 Mayıs seçiminde Kıbrıs’ın işgal bölgesinde TC’li yerleşimcilerin oy verdiği sandıklardan %53.88 Kemal Kılıçdaroğlu çıkarken, Recep Tayyip Erdoğan da %39.09 oranında kaldı.

Yerleşimci sömürgeciliğinde Likud’a mı, İşçi Partisi’ne mi oy verdiğinizin bir önemi yoktur. Örneği İsrail’den veriyorum, çünkü TC Devleti de Kıbrıs’ta işgal ettiği topraklar üzerinde haydut bir İsrail’dir.

İsrail’de hem Likud’un elinde hem de İşçi Partisi’nin elinde kan vardır. Anlamanız açısından söyleyeyim: Likud Ariel Şaron’un partisidir, İşçi Partisi ise Şimon Peres’in. Bu iki parti Filistin tarihinde işgal rejiminin iki kanadını temsil eder, Kıbrıs’ta CHP ve AKP’nin olduğu gibi…

TC’nin 1974 istilasından sonra Kıbrıs’ta yürüttüğü nüfus mühendisliğine bakmadan Bay Kemal ile Erdoğan arasındaki oy farkı anlaşılmaz. Yoksa “Kıbrıs’taki yerleşimciler aydındır” der çıkarsınız içinden. Aydın değil, sadıktırlar!

Üçüncü kuşak bir yerleşimcinin sözcükleriyle: “Hâlâ sahibimiz olarak gördüğümüz Türkiye”…

2014 ve 2018 seçimlerinde yerleşimci nüfusun eğilimine baktığımızda katılım düşük olduğunda Erdoğan’ın kazandığını görürüz.

-2014’te %12 katılım olduğunda Erdoğan %54.8 aldı.

-2018’de %40 katılım olduğunda Erdoğan %48.8 aldı.     

-2023’te %52 katılım olduğunda Erdoğan %39.09 aldı.

Matematiksel olarak net bir şekilde görüyoruz: Kıbrıs’ın işgal bölgesinde katılım arttıkça Erdoğan’ın oyu azalıyor. Çünkü -senelerdir yazdığım gibi- yerleşimci nüfus sömürgeciliğinin temeli CHP tarafından atıldı ve Kemalist-Türkçü bir projedir.

Esas mesele Kıbrıs’ta neden bu kadar az seçmen olduğudur! Birkaç yazı yazıp, “Nüfusu 1 milyonu aşmış, sadece 60 bin civarında TC’li öğrencinin yaşadığı Kıbrıs’ın işgal bölgesinde nasıl olur da resmi olarak 140 bin 111 TC’li seçmen var?” diye sordum…

Sonuçta soruyu sorunca cevap da gelir:  TC’li yerleşimcilerin farklı nedenlerden dolayı Kıbrıs’ın işgal bölgesinde yasadışı kaldığını, Kıbrıs’ta yaşarken oturumlarının Türkiye’de devam ettiğini, Kıbrıs’taki TC’li yerleşimcilerin ezici çoğunluğunun isimlerinin “yurtdışı seçmen listeleri”nde kayıtlı olmadığı cevabına ulaştım.

Bu cevap tatmin edici! Çünkü sonuçta devlet otoritesinin olmadığı ve polis teşkilatının Ankara’ya bağlı olduğu bu yolgeçen hanında “yasadışı yaşamak” ciddi bir mesele değildir. Özker Özgür’ün DP-CTP hükümetinde “başbakan yardımcısı” iken dediği gibi: “Polis bize bağlı değil ki muhaceret yasasını uygulayalım”…

Burada kayıtlı olan TC’li 140 bin 111 seçmenin parti tercihlerine baktığımızda “Küçük Türkiye” karikatürü çıkar kaşımıza:

-CHP %35.27, AKP %30.03, MHP %7.33…

-İYİ %6.94, HDP/YSP %6.81, TİP %4.83…

-Zafer ve Memleket %2.84’er, Yeniden Refah %1.12…

Birkaç ufak tefek sapma dışında “Küçük Türkiye” manzarası var. Sapmaların sebebinin de TC vatandaşlığı alıp oy kullanan Kıbrıslılar olduğunu düşünebiliriz. Çünkü Kıbrıslı TC vatandaşları içinde kiminle konuştuysam TİP’e oy verdi. Kıbrıslıların HDP/YSP’ye değil de TİP’e oy vermesini de biraz “Türklük meselesi”ne bağladım. Ezilen Kürt halkını desteklemek yerine Türk solunu desteklemeyi tercih ettiler. 

Kıbrıs’ın işgal bölgesinde kitle mobilizasyonu sağlandığı zaman, oy verme oranı %50’nin üstüne çıktığında CHP birinci çıkıyor. Katılım %50’nin altına düştüğünde Erdoğan kazanıyor…

Bu durum Kıbrıs’ın işgal bölgesindeki yerleşimci nüfusun Türkçü-Kemalist yapısına dair bilgi veriyor bize.

Bir süredir yazdığım yazılarda, TC Devleti’nin Kıbrıs’ın işgal bölgesinde yürüttüğü asimilasyon çalışmalarını TC’li yerleşimcilere yönelik planladığını tespit ediyorum. Nüfusu 1 milyonu aşmış, resmi cep telefonu abonesi sayısı 948 bin 210 olan bir coğrafyada işgalci güç 50 bin civarında kalmış Kızılderili’yi asimile etmek için uğraşmaz. Azınlık olan kendiliğinden çoğunluğa uyar, nüfus mühendisliği için esas mesele çoğunluğu dönüştürmektir.

AKP rejimi de bu sebepten, 21 senedir Kıbrıs’ın işgal bölgesinde açtığı imam hatip, Kuran kursları ve dini misyonerlik ile 1974 istilasından sonra CHP’nin taşıdığı yerleşimci nüfusu dönüştürmek için uğraşıyor.     

(17 Mayıs 2023 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author