Aziz Şah – 6/4/2024
Kıbrıs Cumhuriyeti Başsavcılığının Hristodulidis’in emri ile Akan Kürşat davasını kapatmasından sonra “mülkiyet sorunu” bitti. İşgal bölgesindeki toprak hırsızlığını yazan bizden başka kimse kalmadı…
“Maria Holguin girişimi” de hüsranla sonuçlanınca, belki o zaman yeni “mülkiyet davaları” ile karşılaşabiliriz. Ancak o güne kadar Kıbrıs Cumhuriyeti ağzındaki “Holguin emziği” ile yağmayı izleyecek…
Hele şimdi yaz geldi, beton dökme mevsimi…
Beton döküldükçe hava daha da ısınacak…
Hava ısındıkça daha çok beton dökülecek…
Kim demiş kiraz mevsiminin sevişme vakti olduğunu?
Beton dökme vaktidir, tecavüz vaktidir, sevişme değil…
Tecavüze uğrayan bir kadın nasıl bir daha eskisi gibi olamazsa, beton dökülen bir toprak da artık ölü bir topraktır.
Fikret Demirağ’a katılmam işte bu konuda:
“Ey betoncular!” der Fikret…
“Hiç düşündünüz mü, üstüne beton çektiğiniz tarlayı nasıl sürüp ekecek hayat? Toprak kendi içinde bir uğultuya dönüşüp kendi nükleer bombasıyla kendini havaya uçurduğu zaman, hepimizin de hayatı havaya uçmayacak mı? Ya da ne yüzle bakacağız, ‘tohum’ betonu çatlatıp inatla sunduğu zaman yeni filizlerini?” der Fikret…
Öyle olmuyor işte sevgili Fikret…
Beton dökülen bir toprak tecavüze uğrayan bir kadın gibi ölüyor. Geri dönüşü yok…
Sen de bedenen ölüsün şimdi Fikret, çok acele ettin ölmek için ama bedeninden çiçekler fışkırıyor. Her çiçek baharı haber vermiyor ama…
Haklısın Fikret, tohum betonu çatlatıp fışkırıyor ama beton toprağın üzerinde bir mezar taşı gibi durmaya devam ediyor.
Bir zangoç gibi Hristodulidis de toprağın ruhuna bir fatiha okuyor…
Toprağın Türkleştirilmesi üzerine “hukuki” sayılacak bir yazı yazarken konunun nasıl Fikret Demirağ’a geldiğini anlamasam da devam edelim.
Sen hiç Fikret Demirağ okudun mu Bay Hristodulidis?
Oku, belki kulağına fısıldanan “iki devletli çözüm”ü duymamak için kulaklarını kesersin…
Avrupa’ya gitme hayali ile insan kaçakçıları tarafından 3000 Euro’ya getirilen Asyalı işçiler Purnara Mülteci Kampı’na kaçırılmayı beklerken işgal bölgesinde biraz beton dökecek, biraz kalıp çakacak.
Mevsimlerden yaz…
Tecavüz mevsimi…
Trikomo’da bir inşaattan düşüp ölmezlerse, Girne’de beton mikserinin içinde boğulmazlarsa, Kıbrıslıtürk insan kaçakçısı müteahhitler tarafından Purnara’ya kaçırılma sıralarını bekleyecekler…
Bay Hristodulidis ise Asyalı işçiler güneye kaçamasın diye soykırımcı İsrail’den daha çok kamera, dikenli tel ve duvar teknolojisi satın alacak.
Gazze Duvarı Filistin direnişi tarafından aşıldıysa, bütün duvarlar aşılır Bay Hristodulidis, istersen Çin Seddi inşa et!
Bir gün kapında Kıbrıslı Türk müteahhitlerin bir silah gibi kullandığı Bangladeşli işçileri bulacaksın, Bay Hristodulidis!
8 Bangladeşli işçi gelecek kapına…
Selam getirecek bizden sana!
Siz hayatınızda hiç Bangladeşli oldunuz mu, Baylar?
Kıbrıslıtürk insan kaçakçılarının elinde Bangladeşli olmak nedir bilir misiniz?
Rum mallarını Türkleştiren müteahhitlerimiz, Bangladeşlileri de “mülteci” silahına dönüştürür…
Kendi mülteciliğinden haberi olmayan Türkçe konuşan Kıbrıslıların en acınası halidir bu…
Nazilerin “Yahudi mallarının Almanlaştırılması” parolası gibi Kıbrıslı Türk federalist ve faşistlerin de “Rum mallarının Türkleştirilmesi” parolası var.
Çalışmak özgürleştirir der Naziler…
Beton Türkleştirir der bizim müteahhitler…
O kadar çok duyduk ki Kıbrıslı Türk avukatlardan “Rum mallarının Türkleştirilmesi” lafını…
Diyarbakır cezaevinde bok yemiş kadar olduk!
“Türkleştirme” ne efsunlu kelimedir!
Toprağın hukuki statüsünü kalıcı olarak değiştirmek için dökülen betona “Türkleştirme” dediler…
Bu yazıyı Fikret Demirağ’la bitirmek farz oldu:
“Kaç kanlı tipinin yaralısısın, ey anne toprak!
Yağmalanan umutların tarihidir tarihin,
acıların tarihidir tarihin,
önlenemez, ertelenemez tarihi;
lir ve güneşli şarap, üzüm ve bilge bakır,
köylü buğday ve köle alın teri
tanığıdır gelip geçen binbir zalimin,
talancının, fırsatçının, hainin.”
(6 Nisan 2024 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)