Aziz Şah– “Irkçılık yapmayalım” diyor ısrarla kafası karışık adam, öyle duymuş liberal aydından…
“Haklı iken haksız duruma düşeriz” aman ha!
Liberal aydınların yazdıklarını okumuş ve dehşete düşmüş ülkesi ellerinden kayıp giderken…
Pısırık, suya sabuna dokunmaya korkan, tavşan boku gibi kokusuz bir duruşu olan, işgale işgal dememek için taklacı güvercin olan ama herkesin ağzına “ırkçı” diye vuran “ahlâk bekçisi” liberal jandarmayı okurken dehşete düşüyor…
“Nüfus meselesini konuşmaya korkuyoruz” demişti bir dostum aylar önce. Liberaller “ırkçı” diye ağzımıza vuruyor…
Faşizmin yoluna böyle böyle taş döşediler!
Faşizmin ve sömürgeciliğin teşkilatlanması olan hemşehri dernekleri hakkında ağzını açana vurdu liberal zabıta…
Zabıtanın düdüğünü duyan olay mahalini terk etti…
Korku saldılar düşünen insanlara: “Şimdi cevap versem ırkçı diye çamur atacak, daha iyi susayım” dedi ülkesizleşen insan…
Topraksız kalan ağacı susturdu liberal jandarma!
Merak ediyorum: 1936’da ülkesiz kalacağını anlayan Filistinlilerin ağızlarına vurdu mu Filistinli aydınlar “Siyonistlere ırkçılık yapmayın” diyerek?
Bazı konular ifade özgürlüğüne dahildir liberallerin gözünde, bazıları ise ifade edilmese daha iyi…
Cezayir’den Filistin’e Batı Afrika’dan Malvinalar’a dünyanın neresinde olursa olsun savaşla sömürgeleştirilen topraklara nüfus taşındığı zaman bunun adı “settler”dir. Türkçesi “yerleşik”tir. Göçmen ile yerleşik tamamen farklı insanlık hallerini anlatır…
“Göçmen partisi” dediğinizde başka manaya gelir söylediğiniz, “yerleşik sömürgeciler”in ve “siyonist yerleşikler”in faşist partisi dediğinizde bambaşka manaya gelir: Liberal diyor ki “YDP göçmen partisidir”, sosyalist diyor ki “faşist partidir”…
Bulgaristan’da, Almanya’da ya da Hollanda’da göçmenler veya Bulgaristan Türkleri gibi azınlık statüsündekiler parti kurabilir. Bunu Erdoğan’ın talimatıyla da yapabilir. Ama bir şeyin Hollanda’da olması ile işgal rejiminde olması arasında nitelik ve nicelik farkı vardır.
Oraya on yıllar önce aş ve iş için göç eden kitlenin deneyimleri, özlemleri, iç dinamikleri ile Kıbrıs’a savaştan sonra Türkiye’nin ada üzerindeki stratejik hesapları için taşınan nüfus arasında kuş uçmaz uçurumlar ve farklar vardır.
Hollanda’ya göç eden pansiyonda, işçi evlerinde, lojmanda kalmıştır çok çok. Kıbrıs’a stratejik sebeplerle taşınan ve ilk anda sınır boylarına yerleştirilen nüfus ise Rum’un evine yerleştirilmiştir. Fark daha orada başlar…
Şunu söyleyebiliriz: Erdoğan’ın Bulgaristan Türklerine kurdurduğu DOST partisi ile Yeniden Doğuş Partisi ortak bir stratejinin parçasıdır. Fakat DOST’u kuranlar Bulgaristan’ın yerlisi olan Türklerdir. YDP ise Derinya olaylarıyla birlikte parlatılan yerleşik faşistlerin teşkilatlanmasıdır. Bulgaristan ile KKTC’deki durum da doğrudan karşılaştırılamaz. İyi-kötü bağımsız bir devlettir Bulgaristan, KKTC ise altyönetim…
Sapla samanı ayırmadan fikir üretemezsiniz!
Bilmez mi tüm bunları liberal zabıtalar, jandarmalar, ahlâk bekçileri?
Bilir ama kafa karıştırmaktır işleri…
Direnen insanın kafasını bulandırmak!
Bir kereliğine de olsa “aceba yanlışımız mı var” dedirtmektir onun işi!
Direnen insan bir kere tereddüte düşmeye görsün, darbe alır…
Bu linççiler göçmen miydi, faşist miydi, gariban emekçi miydi adamın kafası karışmış!
Bir milyon sterline savaş ganimeti satan gariban mı olur?
Liberal aydınların işi bu zaten. Faşizme karşı saf tutanların kafasını karıştırmak ve safları dağıtmak…
Yerleşik ile göçmen arasındaki anlam farkını ortadan kaldırmakla başlar kafa karışıklığı, sonra ırkçılık suçlaması, yaftası ve muamması ile daha da karışır kafalar…
Irkçılık ne olduğu belirsiz bir muamma değildir. Bir sistemdir!
Cezayir savaşından bu yana sömürgeciliğin ve ırkçılığın bir sistem olduğu kabul edilir. Bu dünya düzeninin yasasıdır. Cezayir’den önce de sistemdi sömürgecilik. Fakat “bu bir sistemdir ve hepimiz katiliz” diye avazı çıktığı kadar bağırdığı zaman Jean Paul Sartre, sömürgeciliğin bir sistem olduğunu ilan etti, önce Fransızlara, daha sonra da dünyaya!
Sartre’ın yazılarından, konuşmalarından, polemiklerinden oluşan “Sömürgecilik bir sistemdir ve hepimiz katiliz” kitabı Paris’in işkence tezgâhlarında Arap devrimcileri can verirken oluştu…
Sartre’a Fransız faşistleri düşman oldu ama o Sartre’dı ve Sarte demek Fransa demekti o günün dünyasında.
Dünya tarihinin gördüğü en kirli savaşlardan birine, sömürgesine bağımsızlığını vermemek için soykırım yapan Fransa’nın kalbinde Paris’te meydan okudu Sartre…
Bugün Türkiye’de “O Türkiye’dir” denilebilecek dokunulmazlığı olan bir aydın kalmadı. Bizim için kimsenin söyleyebileceği sözü yok…
Bizim konuşmamız ve eylememiz gerek. Jean Paul Sartre gelip bizi kurtarmayacak…
Fakat Sartre’ların vicdanı, bilinci ve aklı bize yol gösterecek. Sartre’a yol gösteren Fanon, Aime Cesaire ve Albert Memmi’ler…
Irkçılık ve sömürgecilik bir sistemdir. Adım adım, aşama aşama, devir devir işler bu sistem. Makine gibi. Her bir çark bir diğerine bağlıdır.
Savaş sırasındaki katliamlarla, tecavüzlerle ve tarihin-hafızanın yerle bir edilmesiyle başlar. Taşınan nüfus, yağma ve ganimetle sürer. Yeri gelir Filistin ve Kıbrıs’ta olduğu gibi ağaçlar kesilir arazi yağması, toprağın değersizleşmesi, toplumun köksüzleşmesi için… Suç, uyuşturucu, kumar ile yozlaştırma, fuhuş ile bataklık, sanayinin tahribatı ile üretimden koparma örgütlenir. Sistem olan budur!
Irkçılık nasıl oluyor da “bir sistemdir”?
Kıbrıslılarda yabancılara karşı önyargı vardır. Özellikle Arap ve Müslüman halklara karşı…
Kıbrıslılarda önyargı vardır ama ırkçılık yoktur. Çünkü ırkçılık bir sistemdir. Sistem olabilmesi için kendi kurumlarına ihtiyacı vardır ırkçılığın:
Polis tarafından biri siyah olduğu için öldürülecek, yargı polisi aklaycak, toplum da polisi ve yargıyı bağrına basacak. Irkçılık budur…
Irkçılık faşistlerin gidip bugünün Almanya’sında mülteci evlerini yakması, 90’larda Türklerin evlerini yakması, “dönerci cinayetleri” ile Türk-Yunanlı-Balkan göçmeni işçilerin bir Alman faşist terör örgütü tarafından öldürülmesi ve tüm bunların üstüne de kundakçıların yakalanamaması, cinayetlerde Alman istihbarat ve polisinin parmağının ve faşistlere sistematik desteğinin olması; ırkçı şiddetin suçlularının sistematik bir şekilde bulunamaması, aklanması ve korunmasıdır “sistem olarak ırkçılık”!
Irkçılık Afrika, Doğuş Derya ve “meclis” nezdinde Kıbrıslılara uygulanan şiddetin faillerinin bulunamamasıdır. Sistematik olarak korunmasıdır. Yargının kuşatılması ve tehdit edilmesidir. Linççilerin korunmasıdır ırkçılık. Almanya’da “dönerci cinayetleri”nde Alman devletinin polisi-yargısı-istihbaratı ile yaptığını burada Türk devleti bütün kurumlarıyla yapıyor…
Irkçılık böyle bir sistemdir. Afrika’ya atılan solina, taş ve ilaç şişesi kadar somuttur ırkçılık. Esnemez! Irkçı şiddetin mağdurlarını ırkçılıkla suçlamak ise liberal jandarmalara yakışır…
Sivas’ta ve Odessa’da yakılanlar, Frankfurter Rundschau gazetesinin “her gün bir saldırı” diye haberleştirdiği şiddetin hedefindekiler ırkçı olamaz.
Faşizmin demokrasisinde söz hakkı istiyor liberal. Sanıyor ki işbirlikçiliği sayesinde sonsuza dek dokunulmaz olacak…
Faşist kitleler kendi liderleri dışında kimseyi tanımazlar. Meclis önünde “Doğuş Derya’yı bize verin” diyenlerle kucaklaşanlar günü geldiğinde bin pişman olacaklar. Çünkü UBP’yi de tanımayacak Türkçü faşizm…
Söz hakkı mı istiyorsunuz?
Faşistlere “sayın ve sevgili” diyerek hiçbir zaman dinletemeyeceksiniz sözünüzü. Faşizm bildiğiniz diğer gericiliklere benzemez…
Sopa masada duruyor…
Karşısında “sayın” diyen bir liberal…
“Sayın sopa” diyor…
(11 Şubat 2018 tarihinde Afrika gazetesinde yayınlanmıştır)