Tiyatro

İsmail Işılsoy – Gezici bir tiyatro oyuncusuydu o.

          Occitan şiir şövalyelerinin(1) soyundan.   

          Geçmişin toz tutmuş hikâyelerini yeni baştan anlatırdı.  

          Taklit eder, cambazlık, hokkabazlık, kuklacılık yapar, saz çalardı.

          Ortaçağın korkunç karanlığını yanarak aydınlatan ateş böceklerinden biriydi.

          ***

          Tanrı rolünü oynayana en fazla, Nuh peygamberi oynayana daha az, günahkâr cehennemlikleri canlandıranlara ise çok daha az para verilen dinsel oyunlarda da oynadı -kilisenin işine geldiği- zamanlar.

          Ama hiç hoşlanmadı elindeki sopayla temsili yöneten papazlardan.

          Kendi söyleyeceği sözler vardı derebeyliğe karşı, söyledi de:

          Papaz efendiler ve cemaat eşek gibi anırıyorlardı artık. 

          Yoksul köylüler gülmekten yerlere yatıyorlardı.     

          Şeytanın Kilisesi olarak ilan edildi tiyatro!        

          Ama insan türünün oynama ve oyuna katılma tutkusu yasak tanımadı.

          Histriones dendi onlara, yobaz zorbalık yüzünden koca kıtaya dağıldılar.

          Ustalaştılar kilisenin yasaklarından kaçarak yaşamakta.   

          Özgür oyunculardı o ve arkadaşları.

          ***

          Derken veba, o barbar salgın!

          Kara ölümün korkusuyla kapatıldı kapılar.

          Köyler, kasabalar derin siperlerin ardına sindiler.

          Senyörler bin odalı şatolarının yüksek duvarları ardına saklandılar.

          Silahlı koruyucular semirirken, tiyatro oyuncuları yiyecek bulmakta zorlanıyorlardı.

          Veba mikrobu taşımadıklarına yemin ettikten ve çıplak bedenlerini nöbetçilere gösterdikten sonra kurabiliyorlardı sahnelerini.

           Açlıktan ölmemek için sergiliyorlardı artık oyunlarını, el çabuklukları ve akrobatik numaralarıyla süsleyerek.

           Karantinada kapanıp kalmış köylüler ve kasabalıların kafası da kapalıydı.     

           Serf-senyör ilişkilerini anlatan taşlayıcı güldürüler, insanlık erdemlerini destanlaştıran oyunlar ekmek getirmiyordu!

           Ne Prometheus’un ciğerlerini gagalayan kartal umurlarındaydı, ne kayasıyla inatlaşan Sisyphos.

           Sıyrılan etekler, çıplak bacaklar görmek istiyorlardı.

           Ansızın düşen bir don alıyordu en büyük alkışı.

           Hayatta kalmak için oynuyorlardı.

           Birkaç bayat somun için hepsi.        

           İndiler virüslü sahneden.

           Oyuncuydu onlar.

           Soytarı değil!

           ***

           Gezginci tiyatro grubunun arabasını çeken at öleli uzun zaman olmuştu.

           Kenarlarını açtıklarında sahne olarak kullandıkları ahşap arabayı çoktandır kendileri çekiyordu.

           Gösteri yaptıkları köylerde kapmışlardı mikrobu.

           İlk köy gösterisinden birkaç hafta sonra toprağa vermişlerdi ilk sahnedaşlarını.

           Sonra diğer dördünü, dört gün içinde, üçü vebadan biri açlıktan!

           Yalnızca üç kişi kalmışlardı.

           Başındaki kızıl renkli perukla yürüyordu şimdi soğuktan korunmak için.

           Arabayı çeken arkadaşının yerine geçip keçi kılından örülü kolanlara asıldı.

           Gezici bir tiyatro oyuncusuydu o, şiir şövalyelerinin soyundan. 

           ***

           Vebanın tümüyle teslim aldığı köylerin yakınından geçtiler.

           Sahiplerinin vücudundan beslenen aç köpekler gördüler.

           Şatoların yüksek surlarından oklar yağdı üzerlerine.

           Borular çalındı arkalarından.

           Yollarından dönmediler.

           ***

           Terkedilmiş bir arabaya rastladılar, kendilerininki gibi.

           Kendi arabaları gibi rengârenk kostümler, tahta taç ve kılıçlarla dolu.

           Sahnede seyirciyi selamlar gibi, el ele tutuşarak uzanıp kalmış ölü oyuncular gördüler.

           Çoktan çürümüştü sahnedaşların etleri ve çökmüş karınlarında karıncalar.

           Az ötedeydi o ölü, toprak tümseğe dayanmış oturur gibi!

           Sımsıkı kavuşturmuştu kollarını geniş göğsünde.

           Bir deri bir kemik kalmış kollar ne saklıyor?

           Cildi meşin kaplı bir kitap bu!

           Zorlukla çekip alıyor.

           Bir el yazması bu: Romeo ve Juliet’i Shakespeare’in:

           “…yanında duracağım, bu karanlık gecenin sarayından ayrılmayacağım bir daha; burada, burada kalacağım sana hizmetçilik eden böceklerle birlikte; ah, burada sonsuzca dinleneceğim, şu dünyanın yorduğu bedeni kurtaracağım uğursuz yıldızların boyunduruğundan…”

           ***

           Kitaptan okuduğu repliklerle ölülerin sessizliğinde prova yapıyor şimdi.

           Ansızın düşürülen don değil, hayat alacak en büyük alkışı.           

           Üç kişi de kalsalar sahnelenecek bu oyun!

           Gezici bir tiyatro oyuncusuydu o.

           Onurlu şiirin şövalyesi.   

           *** 

           Tiyatro, yardım et bana!

           Uykudayım uyandır

           Kayboldum karanlıkta, bir mum yak en azından, yol göster

           Tembelin biriyim, utandır beni

           Yorgunum, kaldır ayağa

           Sars vurdumduymazlığımı

           Döv beni hala kayıtsızsam.

           Korkuyorum, cesaretlendir beni

           Cahilin biriyim ben, öğret bana

           Ben bir canavarım, insanlaştır beni

           Kahkahalarla gülmekten öldür şu kendini beğenmişliğimi

           Karamsarlığımı çek çıkar kancadan

           Aptalım, değiştir beni

           Kötüyüm, cezalandır

           Baskıcı zalimin biriyim, savaş benimle.

           Bir tutucuyum ben, dalga geç benimle

           Kabayım kaba, yont da incelt beni

           Dilsizim, çöz dilimi

           Rüya bile göremiyorum, korkak ve alıksın de bana

           Unuttum yaşadıklarımı, çarp tecrübelerimi suratıma

           Tükenmiş ve ihtiyar hissediyorum kendimi, uyar içimdeki çocuğu ne olur

           Hantalım, müzik ver bana

           üzgünüm, neşelendir beni

           Sağırım ben, fırtına gibi çınlasın çığlığın kulaklarımda

           Yılgın, kızgın ve endişeliyim, akıl ver bana

           Güçsüzüm çok, uzat elini

           Körüm, çağır tüm aydınlıklarını dünyanın.

           Çok çirkinim, güzellikler getir bana

           Nefretin neferi olageldim, aşkın gücüyle dikil karşıma.(2)

           ***

           (1)Troubadourlar, dengbejler.

           (2)2005 Dünya Tiyatro Günü Bildirisi, Ariane Mnouchkine – Çev. İ. Işılsoy

(28 Mart 2020 tarihinde Afrika gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author