Aziz Şah – Telefonum çaldı…
22 Ocak linç saldırısında birlikte barikat kurduğumuz bir dostum, abim aradı.
-O gün öldürülseydik hiç üzülmeyeceklerdi, umurlarında olmayacaktı, çoktan unutacaklardı, dedi.
-Tüm bunlardan sonra anlıyor insan Fazıl Önder’in, Kavazoğlu’nun yalnızlaştırılarak nasıl öldürüldüğünü…
1958 terörünün bir rejim olduğunu anlamayarak, anlayanları yalnız bırakarak, provokasyonu ve cinayeti bir yönetim biçimi olarak kabullenerek bugün içinde yaşadığımız karanlığı yarattı çoğunluk.
1958 terörünün yalnız nesnesi değil, öznesi oldular.
27-28 Ocak 1958 olaylarında ve 12 Haziran 1958 Gönyeli Katliamı’nda olduğu gibi…
Mehmet Ali Tremeşeli’nin dediği gibi,
-‘‘O günlerde tıpkı futbol maçlarında olduğu gibi herkes radyonun başında, gol yiyen taraf biraz sonra kendi takımının rakip kaleye atacağı golü sabırsızlıkla bekler, gol gelmezse moraller bozulur ve mağlup takıma kendi takımı tarafından ağır eleştiriler yöneltilir, hatta çoğu zaman eleştiriler küfre dönüşürdü’’…
1958 terör rejiminin hem nesnesi hem öznesi olan ‘Kıbrıs Türkü’, 22 Ocak linç rejiminin izleyicisi ve ‘evet efendim’cisi oldu…
Telefonun ucundaki dostumun 22 Ocak konusundaki sessizliğe duyduğu tepkiyi çok iyi anlıyordum.
22 Ocak sadece Avrupa-Afrika gazetesi ile ilgili değildir.
Önce 22 Ocak’ın sadece Avrupa-Afrika gazetesi ile ilgili olmadığını anlamadılar.
22 Ocak’ın sadece Avrupa-Afrika gazetesi ile ilgili olmadığını anlasalar farklı mı davranırlardı; hiç zannetmiyorum…
Dillerine ölünün arkasından söylenen Fatiha gibi doladıkları ‘Bunlar daha iyi günlerimiz’ tekerlemesi bile tekrar edildikçe anlamını yitirdi…
Evet, 22 Ocak sadece Avrupa-Afrika gazetesi ile ilgili değildi; 1958’in sadece Fazıl Önder ile ilgili olmadığı gibi…
Bir terör rejimi, bir linç rejimi, en yakından en uzağa bir sarmal gibi herkesi yutar…
Bu yüzden ‘22 Ocak rejimi’ diye yazıp durduk.
Bırakın geriye kalanları, 1958 terör rejiminin kitabını yazan Niyazi Kızılyürek bile ağzına alamadı 22 Ocak’ı! Entelektüel için mesele olaylar yaşanırken kavramak ve tavır almaktır, 50 sene sonra değil…
Tremeşeli, o günlerde radyonun başında sabırsızlıkla ‘rakip kaleye atılacak golleri’ yani cinayet haberlerini beklediklerini nasıl anlatıyorsa; bu günlerde ‘sabırsızlığın’ yerini sessizlik ve sinmişlik almış, bekleyiş ise aynı bekleyiş.
O gün radyo başında, bugün sosyal medya başında…
22 Ocak linç rejimi çalışırken, sesini çıkarmadan ‘Bunlar daha iyi günlerimiz’ deyip sinip kalanlar…
***
Siz 22 Ocak’ı yok saydıkça, o size ders vermeye devam ediyor…
İlk günden 22 Ocak Rejimi dedik, adını koyduk linç rejiminin.
Linçi gerçekleştiren paramiliter yerleşimci nüfus gerçeğini inkâr edip hemşeri derneklerini görmezden gelince geriye ‘polisiye bir olay’ kalıyordu. Polis meselesi de ‘polisin sivile bağlanması’na indirgendi mi, geriye anayasal bir ahmaklık kalıyordu.
İşgalin, askeri rejimin adını koymadan, ‘polisi sivile bağlayıp’ 22 Ocak’ı bir hokus pokusla ortadan kaldıracak olan bir anayasal/parlamenter ahmaklık!
Alın işte 22 Ocak rejimi…
Üçayağıyla Bulut Akacan olayında da karşımızda!
Elçilik-Savcılık-Polis…
Elçilik 22 Ocak linç saldırganlarını gözaltından çıkarmıştı. Linççiler de sosyal medya paylaşımlarıyla teşekkür etmişti:
-‘‘Kardeşlerimiz 1 saat sonra ifadeleri dahi alınmadan serbest bırakıldı. Serbest bırakılmalarında emeği geçen Büyükelçimiz Derya Kanbay, AK Parti Dış İlişkiler Başkanı Sayın Mehdi Eker, Güvenlik Kuvvetleri Komutanımız ve tüm görüşmeleri gerçekleştiren AK Parti KKTC Temsilcisi Sayın Mehmet Demirci’den Allah razı olsun. Rabbim Türkiye Cumhuriyeti’nden razı olsun’…
‘Ak Parti Kıbrıs Gençlik Kolları’ resmi hesabından da şöyle deniyordu:
-‘‘Afrika paçavrasına yönelik yapılan eylem sebebiyle gözaltına alınan iki kardeşimiz gece saatlerinde serbest bırakıldı. Bu süreçte TC Lefkoşa Büyükelçimize, Başkanımız Mehmet Demirci’ye ve özellikle saatlerce Emniyet Müdürlüğü önünde nöbet tutan Ak gönüllülere teşekkür ederiz’’…
Davanın Kıdemli Yargıcı Tacan Reynar ‘‘müebbet hapis cezası öngören bir suç’’ olduğunu söylemesine karşın, Savcılık Ağır Ceza’ya sevk edilmesi gereken saldırganları Alt Mahkeme’ye sevk etmişti. Kıdemli Yargıç en tepeden “söyleyin o yargıca herhangi bir ceza verirse verdiği cezanın kat be katını ona ödeteceğiz, karşılığını bulacak” diye tehdit edilmesine rağmen verebildiği en ağır cezaları verdi. Ancak Şartlı Tahliye Kurulu cezaları düşürdü…
Lefkoşa Adli Şube Müdürü Ali Savaş Altan’a da saldırganlara müdahale edilmeyecek diye talimat verildi. Talimatı yazılı istedi, vermediler.
-Beş adamını al git, hatta çelik yeleğe bile gerek yok, denildi kendisine…
Talimata uymadı Ali Savaş Altan. 30 adamını alıp geldi gazetenin önüne…
Ankara’dan polise verilen “linçe müdahale etmeyin, bırakın yıksınlar, bırakın yaksınlar” talimatını dinlemeyen Adli Şube Müdürü Ali Savaş Altan sayesinde hayatta kaldık…
Ali Savaş Altan sürgün yedi, açığa alındı, başına gelmedik kalmadı. Ama kanlı cesetlerimizi taşımak zorunda da kalmadı. Altan’ın görevlendirdiği polisler 22 Ocak’tan sonra terfi alamadı…
22 Ocak Rejimi dediğimiz budur işte…
Elçilik-Savcılık-Polis üçgeni…
***
Bulut Akacan’ın babası 1 milyon Sterlin ‘kan parası’ talep edilerek bacağından vuruldu.
Akacan babası vurulunca can havliyle çektiği videoyla kendi tanıdığı ‘22 Ocak rejimi’ni, Elçilik-Savcılık-Polis üçgenini deşifre etti.
Bulut Akacan kendisinden 1 Milyon Sterlin talep eden Elazığlı Ulucanlar’ın tehdidinin ses kaydını alıp, polise veriyor. TC mafyasını gidip TC Elçiliğine şikayet ediyor… Başsavcılık’ın kendisini çağırıp Ulucanlar’dan şikayetçi olmamak karşılığında Akacan’ın davalarında kendisine yardımcı olacağını söylediğini aktarıyor. TC Büyükelçi’sinin de kendisine ‘onları polise şikayet ederek hata yaptığını’ söylediğini söylüyor…
Sonuçta adı geçen Savcılık ve Elçilik Bulut Akacan’ı yalanladı.
Keşke 22 Ocak’tan sonra da linççilerin teşekkürlerini yalanlasalardı…
(3 Şubat 2022 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)