Yerleşimci sömürgeciliği: Evinden kovulanların evine insan yerleştirmek

Aziz Şah – İskân kavramı Türk Dil Kurumu’na göre ‘yerleştirme’ demektir. İskân etmek de ‘boş bir yere insan yerleştirmek’ demektir.

Çarpıklık daha kavramın manasında başlar. Kıbrıs’ta iskân edilen yerler ‘boş’ değildi. Önce insansızlaştırıldı, yerliler sürüldü, zorunlu göçe tabi tutuldu, mültecileştirildi. Yerlilerin sürgünü ile boşalan mekâna nüfus yerleştirildi.  

İskânın pratiğine gelmeden, kelime anlamı bile bizi yerleşimci sömürgeciliğine çıkarır. Yerleşimci sömürgeciliğinin ideolojisi ‘boş mekân’ın ihya edilmesi üzerine kurulu bir mittir.

Koloni (sömürge) ‘yerleşilen yeni bölge’ demektir.

İskân etmek ‘boş bir yere insan yerleştirmek’ demektir.

Kökeni itibarıyla ‘koloni’ kelimesinin ‘ekonomik sömürü’ ile hiçbir alakası yoktur. Türkçenin azizliğiyle ‘sömürge’ kelimesinin başka çağrışımları var. Kolonilerdeki sömürü tek başın ‘yerleşilen yeni bölge’ olmasından değil, kapitalizm öncesi ve kapitalist üretim ilişkilerinden kaynaklanıyor.

Örneğin Kıbrıs’ın kuzeyi için sık sık kullandığım ‘mali esaret’, ‘borç sömürgesi’, ‘mali sömürge’ gibi tabirlerin ‘koloni’ yani ‘nüfus yerleşimi’ ile doğrudan bir alakası yoktur. Bu sebepten, ‘koloni’yi Türkçeye ‘sömürge’ olarak çevirirken oluşan anlam boşluğunu YERLEŞİMCİ kelimesi ile dolduruyoruz.

Bu da, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’nin en köklü kurumlarından biri olan ‘boş bir yere insan yerleştirmek’ fiilini gerçekleştiren İskân Kurumu’nu layığıyla karşılar.

İskân etmek = Yerleşimci Sömürgeciliği.

İskân Kurumu’nu ele alan ilk tarihçi Ömer Lütfi Barkan, Rumeli’deki iskân ve kolonizasyon uygulamalarını, ‘‘yeni fethedilen harap bir memleketi şenlendirmek,  askeri ve erzak tedarikini kolaylaştıracak şekilde yollar boyunca köyler ve kasabalar kurarak nakliyat ve seyahati teşkilatlandırmak ve nihayet yabancı bir memlekette diğer düşman unsurlar arasına Türk ve Müslümanları yerleştirmek’’ şeklinde açıklar. 

***

Kıbrıs’ta yerleşimci sömürgeciliği projesinin mimarları Bülent Ecevit ve Maliye Bakanı Ziya Müezzinoğlu adına bu işi yürütenlerden Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin İskân ve Rehabilitasyondan Sorumlu ilk bakanı olan İsmet Kotak, (Hatice Kurtuluş ve Semra Purkıs’ın Türkiye İş Bankası Yayınlarından çıkan “Kuzey Kıbrıs’ta Türkiyeli Göçmenler” kitabında) verdiği röportajda, 1971 yılında ABD’de Miami’de nüfus taşıma ve yerleştirme konusunda eğitim aldığını anlattıktan sonra şöyle diyor:

-“Çok güzel hazırlandık. Yeraltı örgütü de halen hayattaydı. Benimle beraber bu göçmen konularında muazzam bize destek oldular”…

-“Yani, ben, Gazimağusa kaymakamı, belediye başkanı, okul müdürleri, bay veya bayanlar. Çünkü kadınlara kadınların yaklaşmasını istedik. Çünkü çocuklara öğretmenin yaklaşmasını istedik. Dolayısıyla, feribottan inerken mutlak suretle bölgeye iskân müdürlerinin gelmesini istedik”…

-“Gelenleri limanda karşılıyoruz, evvela geminin içinde bir ‘Hoş geldin. BURAYI VATAN YAPMAK SİZİN GÖREVİNİZ’ şeklindeki konuşmalar”…

Kotak’ın bu ifadesini ilk okuduğumda anlam verememiş ve öfkelenmiştim. 10 Kasım 2019’da ‘Bakın! Elimde balta yıkıyorum Rum köyünün tabelasını, yeni adını siz koyun…’ başlıklı yazıda şöyle diyordum:

‘‘Merak ediyor insan, bu milliyetçi baylar için Kıbrıs o güne kadar ‘vatan’ değil miydi?’’

Anlamadığım ya da anlamak istemediğim, Kıbrıs’ta TC yerleşimci sömürgeciliğinin işbirlikçiliğini yapan Kıbrıslıların da ‘vatan’ı Türkiye idi. Önce İngiliz’in eğitim sisteminde, sonra on yıllarca süren Özel Harp Dairesi pratiği ile ‘Kıbrıs sizin vatanınız değil’ fikri aşılandı. Onlar da Kıbrıs’ı ‘vatan’a (Türkiye’ye) katmak için ömürlerini vakfettiler.

Durup durup, ‘Biz bugünler için mi mücadele ettik?’ diyerek TMT’yi romantize etmeye ve ‘YA TAKSİM YA ÖLÜM’ parolasını ‘varoluş mücadelesi’ olarak pembeye boyamaya çalışanların anlamak istemediği de budur. TMT ve EOKA(-B) birlikte Özel Harp Dairesi’nin Kıbrıs projesinin taşeronluğunu yaptı. Müteahhitler Türkiye ve Yunanistan, taşeronlar TMT ve EOKA(-B).

Yerleşimci sömürgeciliği olarak İskân Kurumu, ‘boş bir arazi’yi ‘vatan’ yapar. Boş değilse boşaltır, başkasının vatanıysa, o başkasını vatansızlaştırır, vatanın bir adı varsa adını değiştirir; sonunda da ‘burayı vatan bildik’ der. Filistin’in adını bu şekilde silip İsrail yaptılar!

Filistin’de Siyonist hareketin ‘‘Nereye yerleşirsen orası ülken olur, ulusal sınır olur’’ stratejisi ile Türkiye’nin Kıbrıs’a taşıdığı yerleşimci nüfus için üretilen ‘‘Burayı vatan bilenler’’ söylemi aynıdır.

‘‘Nereye yerleşirsen orası ülken olur, ulusal sınır olur’’ = ‘‘Burayı vatan bilenler’’…

İskân ve Rehabilitasyon Bakanı İsmet Kotak’ın 1975’te gemiden inenlere ‘‘BURAYI VATAN YAPMAK SİZİN GÖREVİNİZ’’ şeklinde hitap ettiği çıkmazdır bu: Aradan geçen yarım asırda ‘‘Biz hâlâ sahibimiz olarak Türkiye’yi görüyoruz’’ diyen nüfusa ‘‘Burayı vatan bilenler’’ demek, ilhak politikasına maşa olmaktır.

İskân kurumunda nüfus bir ŞENLENDİRME aracıdır.

ŞENLENDİRME kavramının hiç şen manaları yoktur. İşgal edilen toprağın sahiplerini kovarak onların yerine taşınan ‘güvenilir nüfus’la, toprağın silah zoruyla değil gönül rızasıyla elde tutulacak kıvama getirilmesi için uygulanan ‘sürgün’-‘şenlendirme’-‘yerleştirme’ siyasetinin bir adımından bahsediyoruz.

ŞENLENDİRME işgalin ve etnik temizliğin elma şekeri kıvamındaki adıdır.

Siyasi programda, pratikte ve söylemde TÜRKLEŞMİŞ olan ‘Kıbrıs solu’nun tonunu yükselterek haykırdığı ‘BURAYI VATAN BİLENLER’ sloganı bir ŞENLENDİRME parolasıdır. Yerleşimci nüfus için ŞENLENDİRDİĞİ toprak parçası, ayrı bir ülke değildir. İster Cezayir’de veya Guyana’da bir Fransız yerleşimci olsun, isterse de Kıbrıs’ta bir Türk, ŞENLENDİRDİĞİ toprak geldiği ülkeye aittir ona göre.

Bu sebepten “L’Algérie, c’est la France”, yani “Cezayir Fransızdır” der François Mitterand. Fransız sosyalisti Melenchon “La Guyane, c’est la France” diyordu bir mitinginde, yani ‘Guyana Fransızdır!’… Meral Akşener’in de dediği gibi, ‘‘Herkes sussa da biz susmayacağız ve Mustafa Akıncı gibi rahatsız olanlara inat diyeceğiz ki; Kıbrıs Türk’tür Türk kalacak’’…

Yerleşimci sömürgeciyi ‘yerleştiren’ gücün kendisine biçtiği ‘misyon’ ve yerleşimcinin ‘bilinci’ni kavrama çabasına girmediğiniz müddetçe bizim yazdıklarımızdan hiçbir şey anlamayacaksınız; siz kendi yurdunda ırkçılığa maruz kalanlar olarak ‘anlamak istediğinizde’ anlayacaksınız.

***

Beşparmak yangınından sonra tarihimizin en büyük yangınını yaşadık 4 gün 4 gece! Türkiye’de dinci kesim, ‘seks yapıldığı için deprem olduğunu düşünen’ler olarak karikatürize edilir… Erdoğan rejiminden kaçıp Kıbrıs’a taşınan zengin bir muhalif bizim bu yaşadığımız yangın için ‘Kıbrıslıların günahlarının kefareti’ mealinde bir paylaşım yaptı sosyal medyada… İsmini ve paylaşımını aktarmayacağım, sosyal medyada linç edilmemesi için.

Anlamaya çalışıyorum: Kıbrıs’ta 1950’lerden 1974’e kadar Özel Harp Dairesi’nin kurduğu düzeni, 1974’ten bu yana yarım yüzyıldır TC’nin kurduğu işgal rejimi ile yarattığı ‘insan’ı, müzakere masalarında Kıbrıs’ta çözüm olmaması için Kıbrıslı Türkleri rehin tutarak Türkiye’nin yürüttüğü siyaseti bir kenara koyup, 4 gün 4 gece boyunca yaşadığımız yangını ‘Kıbrıslıların günahları’na bağlayan bir Erdoğan karşıtı…

Erdoğan istibdadından daha gericidir bunlar!

Bilirsiniz, biz yazılarımızda Kıbrıslıyı yerden yere vururuz. Ama yarım asırdır Kıbrıs’ı işgal eden ve toplumumuzu rehin tutan TC’nin bir aydınının haddine değildir.

Sömürgecinin aristokratını seversiniz: ‘Türkiyeli olsun ama paralı, eğitimli, aydın olanından olsun’ dersiniz… Çok eğitimli, çok paralı, çok aydın bir tanesi yangını Kıbrıslının günahlarına bağlıyor: Bu sömürgecinin bakışıdır!

‘En akıllısı direkte bağlı’ derler, üççeyrek asır TC sömürgeciliğinin ve kontrgerillasının Kıbrıs’ta kurduğu düzen hakkında söyleyecek sözü yoktur. Ülkesindeki rejimden kaçıp Kıbrıs’a gelmiştir ama Kıbrıs’a kendi devletinin gözünden bakarak yangını ‘Allahın gazabına’ yorar.

AKP’nin kurmaylarından Beşir Atalay’ın 2013 Şubat’ında Lefkoşa’daki Elçilik’te yapılan toplantıda “Rauf Denktaş dinsizdi, Derviş Eroğlu da… Kuran kurslarını, imam hatipleri engellediler” dediği gibi…

‘İroni, espri, şaka yapıyor, dalga geçiyor’ mu diyeceksiniz?

Hayır! Sömürgeci ülkenin aydınının sömürgeleştirilen üzerinden ironi, şaka, espri yapma, hele hele dalga geçme hakkı yoktur. Bir gün eşit olursak karşılıklı birbirimizle dalga geçeriz. Ama sömürgeci ülkenin aydını ile sömürgeleştirilen eşit olana kadar ağzını toplayacak konuşurken.

Eşitlik ulusal meselede ve sömürge sorununda ön koşuldur. Eşit olmayan taraflar konuşamazlar. Türkiye’nin üççeyrek asırda Kıbrıslı Türklerle kurduğu BUYURAN-EMİR ALAN ilişkisinde eşitlik yoktur, esaret vardır. İşte, sömürgeci TC’nin BUYURGANLIĞI, yerleşimci sömürgeci nüfusun DİLidir.

Bu sebeptendir, TC Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Lapta’da yerleşimci nüfusla yaptığı toplantıda, bir senedir burada yaşadığını söyleyen yerleşimci kadın ‘oturma izni’nde ayrıcalık istedi.

***

Tarih: 12 Haziran 2022

Dünyadaki sıfatı TC Dışişleri Bakanı, Kıbrıs’ın işgal bölgesindeki sıfatı SÖMÜRGECİ BÜROKRAT olan Mevlüt Çavuşoğlu Lapta’da TC’li yerleşimcilerle bir araya geldi.

Başpınar Yeni Cami avlusunda ‘TC Lefkoşa Büyükelçisi’ Ali Murat Başçeri, ‘KKTC İçişleri Bakanı’ Ziya Öztürkler, Girne Kaymakamı Sinan Güneş, Lapta Belediye Başkanı Mustafa Aktuğ ve UBP Milletvekili Alişan Şan’ın hazır bulunduğu toplantıda Kıbrıs’tan mal aldığını söyleyen, yani ‘varlıklı’ ve sarı boyalı saçlarıyla ‘batılı’ olan yerleşimci şunları söyledi:

-‘‘Bakanım hoş geldiniz. 1974’ten sonra buraya yerleşen Türklerdenim. Aslında hiç kimseden de farkımız yok normalde.

Ama biz burada son zamanlarda TC’den gelenler olarak birazcık ayrıcalık istiyoruz diğer ülke vatandaşlarıyla kıyasla. Sayın başkanım teşekkür ediyorum, Sayın Büyükelçim, hepinize çok teşekkür ediyoruz. Her zaman yanımızdasınız, arkamızdasınız ama biz burada çok zorluk çekiyoruz. Şöyle, bir kısa örnek vermek istiyorum. İçişleri bakanımız da burada. Biz oturma izinlerimizi alırken, buradan mal almamıza rağmen, ikinci sene yeniden oturma izni almak zorunda kalıyoruz. Burada bir sene yaşamış olmamıza rağmen bizi sağlığa gönderiyorlar. Eğer onay çıkmazsa, benim gibi birçok arkadaşım ceza alıyor. Biz çok büyük sorun çekiyoruz. Herhalde benzer sorun çeken birçok kişi de vardır. Biz hepimiz aynıyız. Kimimiz 74’de geldik, kimimiz 90’da geldik, kimimiz benim gibi iki yıl önce geldi. Ama çok sorun çekiyoruz’’…

Çavuşoğlu da cevap olarak:

‘‘…Bizim ayrımız gayrımız yok… TC’den gelen ve yerleşenlere, elbette yasal çerçevede, haklarının verilmesi gerekiyor. Sonuçta KKTC’nin de kanunları var. Ama oturumla ilgili yönetmelikler var ve bunlar kolayca değişebilir’’…

Çavuşoğlu BUYURARAK ‘İçişleri bakanımız da zaten burada, kendisine söz verelim’ der.

‘Burada bir sene yaşamış olmamıza rağmen’ diyor, ‘oturma izni çıkarmak zorundayız’, ‘TC’den gelenler olarak birazcık ayrıcalık istiyoruz diğer ülke vatandaşlarıyla kıyasla’ diyor; vatandaş olmak istiyor, ama esas mesele o değil…

Türkiye’nin işgali altındaki bir toprak parçasında ‘oturma izni ile oturmak’tır onu rahatsız eden. Almanya’da oturma izni ile oturmaktan şikayet eden bir Türk bulamazsınız, ama Kıbrıs’ta oturma izni ile oturmaktan şikayet etmeyen bulamazsınız; kendisini üstün görür ama aşağı gördüğü ‘KKTC vatandaşlığı’nı ister ‘oturma izni’ almamak için.

Çavuşoğlu’na ‘oturma izni almak zorunda kalıyoruz’ şikayetini yapan kadın, 2017 yılında Erdoğan’ın başdanışmanı Yiğit Bulut’un söylediklerinin bir uğultusudur sadece:

-‘‘Kıbrıs adasına Avrupa Birliği Bayrağı çekip schengen vizesi ile mi gideceğiz Kıbrıs’a, şehitlerimizin ruhu bizi affetmez’’ diyen Yiğit Bulut, ‘‘normal şartlarda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti topraklarının Türkiye’nin bir vilayeti olması gerekiyor. KKTC Türkiye’nin denizaşırı bir vilayetidir. Bir plakası olur, bir valisi olur. Orada bir Cumhurbaşkanı, orada bir Başbakan, orada bir Meclis var ve bunun masraflarını Türkiye ödüyor sonuçta’’ dedi…

2017’de Yiğit Bulut’un Avrupa Birliği toprağı Kıbrıs’a vize ile girme korkusu ile 2022’de TC’nin işgali altındaki Kıbrıs’ın kuzeyinde oturma izni ile oturmaya itiraz etmelerinin nedeni aynıdır: Yerleşimci sömürgeci nüfus kendi devleti adına ŞENLENDİRDİĞİ topraklarda efendidir. Efendisi olduğu topraklarda izne tabi olmak istemez.

Kıbrıs’ta 1 sene kalan ile 1975’ten beridir burada olan arasındaki ayrımı kendiliğinden kaldırır yerleşimci sömürgeciliğinin ‘‘Türkiye’nin çıkarlarını gözetme’’ misyonu.

Sosyolojinin önemli ekollerinden Chicago Okulu’nun asimilasyon kuramına göre ‘zorunlu göçler’ asimilasyondan çok ‘diaspora’ ve ‘gruplaşmalar’ yaratır. Türkiye’nin zaten Kıbrıs’a nüfus taşırken tercih ettiği yöreler ve bunlara kurdurduğu hemşeri dernekleri ile Albaylara kurdurduğu partiler KUTUPLAŞMA üretti.

***

Bu KUTUPLAŞMAyı Raif Denktaş ile yerleşimci faşist Türk Birliği Partisi’nin başkanı Albay İsmail Tezer arasında geçen diyalogla özetleyelim.

Albay 22 Şubat 1985’te mecliste şöyle der:

‘‘Bizde Türkiyeli Kıbrıslılık yok. Ve bugün muhakkak biliyorsunuz ki arkadaşlar, tekrar etmek istemiyorum. Türkiye’nin yardımı olmamış olsa Kıbrıs olmaz. Onun için biraz izahlı düşünelim’’…

Raif Denktaş cevap verir:

-‘‘Seni de çekeceğiz bunun karşılığı olarak ha!’’

-‘‘Sanki Türkiye’nin temsilcisidir burada. Hastürk!’’

Raif’in 1985’te anladığını 2022’de anlatmaya çalışıyoruz Kıbrıslıya…

(26 Haziran 2022 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author